Luis Garcia del Moral
Şimdi sizlere bir doktordan bahsedeceğim. Aslında zaten bahsedilmiş şeyleri derleyip sunacağım. Adı Luis Garcia del Moral. Lance Armstrong davasındaki başrol doktorlardan biri. USADA’nın yayınladığı 200 sayfalık gerekçeli kararnameden del Moral ile ilgili bilgileri aynen kararnamede geçtiği şekliyle vereceğim.

Luis Garcia del Moral, doping programıyla meşhur ONCE takımı doktorlarındanken 1999 sezonuyla birlikte Dr. Pedro Celaya'nın yerine US Postal takımına alındı ve 1999-2003 yılları arasında takım doktoru olarak görevini sürdürdü. Noktalı maddelerle birlikte postun sonuna kadar okuyacaklarınız tamamen kararnameden alıntılardır. Kararnameye buradan ulaşabilirsiniz.

Okuyacağınız alıntılar spor tarihinin en büyük doping skandalının del Moral merkezli detayları. Bir sporcu nasıl dopinge başlatılır, yakalanmadan nasıl doping yapılır, dopingin iyisi(!) ve kötüsü. Yeterli doping, yetersiz doping(!). Gencecik bir bisikletçi nasıl doping batağına sürüklenir, onu göreceksiniz.

Yaklaşık iki sene evvel itiraflara başlayanların 15 yıllık ikiyüzlülüklerine şahit olacaksınız. 15 yıl boyunca nasıl herkesi (afedersiniz) ayakta sikenlerinin itiraflarını bulacaksınız. Dopingin nasıl iliklere işlediğini, EPO'nun nasıl gırla gittiğini, kanın nasıl torba torba aktığını göreceksiniz. Sahte reçete yazımlarını, takımın bilgisi haricinde EPO kullanan bir bisikletçinin nasıl bu haltı "yakalanmadan" yapması gerektiğine dair nasihatler aldığını da göreceksiniz.

Gencecik bir bisikletçinin ilaç ve uyuşturucu dolu dünyadan kaçmak için bisiklete sarılışını ama asıl bisiklette ilacın dibine battığını ve odasında ağlayışını okuyacaksınız. Bir doktorun nasıl "iyi doping yaptırmamaktan" sorumlu tutulduğunu göreceksiniz. Bisikletçilerin nasıl denek olarak kullanıldığını okuyacaksınız. Kısacası del Moral, Johan Bruyneel, Pepe Marti, Lance Armstrong ve doping ağının yaptığı pisliklerin bir panoramasını okuyacaksınız. Daha bu işin Michele Ferrari ayağı da var ancak şimdilik sadece Luis Garcia del Moral'in adının geçtiği icraatları sıralayacağım.

  • 12 Nisan 2010 tarihinde Paul Scott soruşturma kapsamında US Postal takımındaki kan, transfüzyonu da dahil olmak üzere, doping programına dair detayları paylaşmış ve Armstrong, Ferrari, Bruyneel, Marti, Dr. del Moral ve Landis de dahil olmak üzere pek çok bisikletçinin dahil olduğunu anlatmıştı.

  • 1999 senesinde US Postal takımına yeni bir takım direktörü ve takım doktoru getirildi. Armstrong’un bu değişimde büyü k etkisi vardı. Yolları ayırdıkları doktor Pedro Celaya, yasaklı maddelerin sağlanması anlamında yeteri kadar agresif değildi Armstrong için. Takımın yeni direktörü Johan Bruyneel’di. Doping programıyla bilinen ONCE takımından yenice emekliye ayrılmış bir bisikletçi ve yeni doktor da ONCE takımının eski doktoru Luis Garcia del Moral’di.

  • 1999 yılından itibaren US Postal takımı sporcularına sezon içerisinde EPO sağladıkları oldukça sağlam bir sistem oluşturmuştu. Pepe Marti ve Dr. del Moral, bisikletçilerin EPO ve testosteron kaynaklarıydı. Andreu, Dr. del Moral’den yarışlarda EPO enjeksiyonları almıştı.

  • Dr. del Moral Girona’da Jonathan Vaughters’a EPO ulaştırmıştı. Ve Jonathan Vaughters’ın anladığına göre del Moral kendisinden sonra “Nice’teki takım arkadaşlarıma, EPO da dahil olmak üzere, doping maddeleri” götürecekti.

  • 1999 Tour de France’ın prologunu kazanan Lance Armstrong sarı mayoyu üstüne giymişti. Birkaç gün sonra US Postal takımı Armstrong’u kortikostreoid maddesinin pozitif çıktığını söylemişti. O an orada bulunanların ifadesine göre Arsmtrong’un medikal tedavi izni bulunmuyordu kortikosteroid için ve pozitif çıkan test sonucu ortalığı karıştırmıştı. Tyler Hamilton “Lance, Johan ve del Moral’den ‘bu ne biçim iş’ şeklinde küfür ettiklerini” hatırlıyor.

    George Hincapie
  • Emma O’Reilly, takım ve Armstrong pozitif test sonucunu örtbas etmek için plan yaptıkları sırada odada Armstrong’a masaj yapıyordu. Armstrong ve takım yetkilileri, del Moral’in geri dönük bir reçete yazması konusunda anlaşmıştı. del Moral sele yarası için kortizonlu krem reçetesi yazdı ve Tour’dan önce böyle bir tedavi aldığına dair bir hikaye yaratıldı.

  • Tour’un ilk iki haftasında Armstrong, Hamilton ve Livingston “her üç dört günde bir EPO aldı.” Pepe ya da Dr. del Moral bisikletçilere kamp alanına ya da otel odalarına EPO’ları götürürlerdi. “EPO şırıngaların içerisinde hazır bulunurdu ve çabucak enjekte edilip ya bir kola kutusuna ya da bir çantaya atılırdı ve Dr. del Moral olabildiğince çabuk bir şekilde kamp alanında uzaklaştırırdı” bu sayede Tyler Hamilton, 1999 Tour de France boyunca Armstrong’un EPO kullanımına tanıklık etti.
  • Christian Vande Velde de EPO olduğuna inandığı bir maddenin 1999 Tour sırasında del Moral tarafından Kevin Livingston’a enjekte edildiğini gördüğünü söyledi.

  • Dr. del Moral ayrıca Hincapie ve Vande Velde’ye yarış sırasında testosteron da sağladı.

  • Valencia’ya dönüşte bisikletçiler bir otele götürüldü ve burada kanları torbalara alındı. Bruyneel, Michele Ferrari, Dr. del Moral ve Pepe Marti kan alımı sırasında odalarda bulundu ve Ferrari ile del Moral kan alım sürecini takip etti. Bisikletçilere Tour de France süresince kanların geri enjeksiyonundan del Moral ve Marti’nin sorumlu olduğu söylendi.

  • Tyler Hamilton 11 Temmuz 1999 akşamı Armstrong ve Livingston’ın kan transfüzyonu aldığına şahitlik etti; “Tüm işlem 30 dakikadan az sürdü. Livingston ve ben transfüzyonu bir odada aldık, Lance ise kendisininkini hemen yan odada aldı; ortak bir kapıyla ayrılıyordu odalarımız. İşlem süresince Lance’i görebiliyorduk odamızdan. Johan, Pepe ve Dr. del Moral süreç boyunca odadaydılar. del Moral iki oda arasında gidip geldi sürekli ve transfüzyonun gidişatını gözlemledi.”

  • Tyler Hamilton, Lance’le birlikte kaslara oksijen iletimini artırmak için Actovegin aldıklarını söyledi. Ayrıca Hincapie de Dr. del Moral’in “dolaşımı iyileştirmek ve performansı artırmak için” Actovegin kullandırdığını. Armstrong ve takım tarafından Actovegin’in asfalt yanığı tedavisinde kullanıldığı şeklinde açıklamanın tamamen yalan olduğunu ekledi.

  • 2003 Tour de France’tan kısa bir süre sonra Armstrong, Hincapie’ye Girona’daki evini kullanıp kullanamayacağını, şu an kendi evinde misafir olduğu için orada yapamayacağı bir işi olduğunu söyledi. Hincapie kan torbaları taşıyan del Moral ile Armstrong’un yatak odasına gidişlerini izledi. del Moral bir ceket askısı isteyerek kapıyı ardından kapattı. Hincapie olayı sonrasında ikiliyle konuşmasa da önceki  tecrübelerinden bunun bir kan transfüzyonu olduğunu biliyordu.

  • 11 Temmuz 2003’te Floyd Landis takımın kaldığı oteldeydi. Ertesi gün Tour, Lyon’dan Morzine’e giden etap ile dağlara geçecekti. Johan Bruyneel Landis’e Dr. del Moral’in odasına gidip kan transfüzyonunu almasını söyledi. Landis odaya gittiğinde Armstrong, Hincapie ve diğer birkaç takım arkadaşının takım doktoru tarafından kan transfüzyonu aldıklarını gördü.
Solda del Moral, sağda Pepe Marti
  • Hincapie “Takım arkadaşı oldukları dönemde Lance’in testosteron aldığının farkında olduğunu” söyledi. 2003 Tour de France sırasında takım doktoru del Moral Hincapie ve Landis’e küçük bir şırınga ile zeytin yağı enjekte etti. Zeytin yağının içerisinde Andriol diye bilinen bir tür testosteron vardı. Tur boyunca her iki üç gecede bir alıyorlardı. Landis aynı yıl Vuelta’da da takım doktoru tarafından Andriol almıştı.
  • 2003 Tour de France’tan sonra Bruyneel, Landis’ten Vuelta’ya katılmasını istedi. Ayrıca Landis’ten Valencia’ya gidip del Moral’i görmesini ve kanını aldırmasını böylece Vuelta sırasında tekrar vücuduna enjekte edilebileceğini söyledi. Landis Valencia’ya gitti ve burada Bruyneel ve del Moral karşıladı onu, kanı alındı.

  • 2003 senesinden sonra 2004’te takımın sağlık ekibinde bir değişiklik yapıldı ve Dr. del Moral’in yerine Pedro Celaya getirildi. Celaya ONCE takımından gelmişti ve 1997-1998 yıllarında yine US Postal ile çalışmıştı. ONCE’ta da US Postal’da da doping programının içerisindeydi.

  • 1998’den sonra Dr. Celaya ile yolları ayırmıştı US Postal ve bunda Armstrong’un etkisi vardı. Lance, Jonathan Vaughters’a serzenişte bulunmuştu ve Celaya’nın doping maddelerinin kullanımı konusunda çok tutucu olduğunu söylemişti. Dr. Celaya ile ilgili şu cümleleri kurmuş Lance “Temiz yarışsak da olur, Celaya kafein hapı dahi verirken ateşinizi ölçmek istiyor. Dr. del Moral doping maddelerinin kullanımı konusunda Celaya’dan çok daha agresifti.”

  • Johan Bruyneel genç isimleri performans artırıcı ilaçlara alıştırmak konusunda epey şey öğrenmişti. Genç bir profesyoneli veteran bir doping kullanıcısına çeviriyordu işleyerek. 2000ler’in başında yeni progesyonel olan Christian Vande Velde, del Moral’in önerdiği doping programı konusundaki endişelerini Bruyneel ile paylaştı ve Bruyneel ona “işin sonunda iyi hissedeceksem, başında kötü hissetmek konusunda endişe etmeye gerek yok.” dedi.

  • Daha yeni profesyonel olan David Zabriskie, Girona’da takımın tecrübelilerden Michael Barry, Johan Bruyneel ve takım doktoru del Moral ile buluşacaktı. İspanyolca bilmiyordu, yepyeni bir çevredeydi Zabriskie. Ekip bir kafede buluştu ve konuşma İngilizce gerçekleştirildi. Bruyneel hemen konuya girdi. O ve del Moral, Zabriskie için iki enjeksiyon getirmişti. Biri iyileşme sürecini hızlandırıyordu diğeri ise EPO’ydu. Zabriskie şoka girmişti.

  • Üç sezon Zabriskie doping kullanmadı ama sonra sorular sormaya başladı. EPO kullanımının yan etkilerinden endişe ediyordu. Bruyneel ona “herkesin kullandığını” söyledi, eğer bu kadar tehlikeli olsaydı bunca profesyonel bisikletçi çocuk sahibi olmazdı dedi.

  • Zabriskie uyuşturucu dolu bir hayatttan sıyrılmak için bisiklete sarılmıştı ve yine kendini ilaçların ortasında bulmuştu. Michael Barry’nin yardımını istedi ama Barry yolunu çizmişti ve Bruyneel’in “pelotonda başarılı olmak için EPO şart” fikrine kapılmıştı.  Barry’nin dairesinde buluştu grup ve David ile Barry, Dr. del Moral tarafından EPO enjeksiyonu almıştı. David Zabriskie’nin kariyerinde yeni bir dönem başlamıştı – doping dönemi. Bisiklet artık onun için ilaçlardan kaçmak demek değildi. O akşam odasına döndüğünde ağladı.

    Johan Bruyneel
  • Levi Leipheimer Bruyneel’in favorilerindendi. Bruyneel, 2001 senesinde Leipheimer’ın EPO kullandığını öğrendiğinde Leipheimer’ı “doğru” yöne yöneltmek için çok iyi bir fırsatı olduğunu gördü. Bruyneel’e EPO kullandığını doğruladıktan birkaç dakika sonra Leipheimer, Dr. del Moral’den bir telefon aldı. Doktor kendisine nasıl yakalanamadan EPO kullanacağına dair talimatlar verdi. Leipheimer “Johan ile Dr. del Moral’in endişesi benim EPO kullanmış olmam değildi; bana kullanmam söylenmeden almıştım ve güvenli şekilde kullanmamış olabilirdim. Pozitif çıkabilirdim ve bu takımın başına dert açardı.”

  • Christian Vande Velde, 1999-2003 yılları arasında takım kalan Dr. del Moral’in “huysuz, agresif ve sürekli bir acele içerisinde” olduğunu söyledi “odanıza dalardı ve kendinizi kolunuzda bir iğneyle bulurdunuz.”

  • O dönemde takımdaki 9 bisikletçi de Dr. del Moral’in doping programında yer aldığını söyledi. Jonathan Vaughters del Moral’i “doping kullanımında Celaya’dan çok daha agresif” olarak niteledi. “1999’da Solvang, Kaliforniya’daki kampımıza elinde bir Excel çizelgesiyle gelmişti. Tüm bisikletçilerle görüşüp sezon takvimlerini öğrendikten sonra onlar için bir doping planı çizmişti. Bize ‘bu büyüme hormonu alacağınız vakit bu da EPO’ya başlayacağınız tarih.’ derdi”

  • Frankie Andreu, David Zabriski ve Michael Barry, del Moral’den EPO enjeksiyonu aldı. Tyler Hamilton 1999 Tour de France da dahil olmak üzere yine del Moral’dan EPO aldı. del Moral ayrıca Lance Armstrong ve Kevin Livingston’a EPO alımında asiste etti ve yarış sırasında şırıngalardan kurtulmalarına yardımcı oldu. Jonathan Vaughters da EPO aldı aynı doktordan. del Moral 2001 senesinde Levi Leipheimer’a EPO kullanımı üzerine tavisye verdi.

  • Floyd Landis ve Christian Vande Velde del Moral’den testosteron aldı, George Hincapie EPO’nun yanında salin takviyesi de aldı. Leipheimer 2001 Vuelta öncesinde, Vaughters da 1999 Tour öncesinde salin enjeksiyonu aldı del Moral’den.

  • Dr. del Moral bisikletçiler adına sahte sakatlıklar için kortizon reçetesi yazdı. Tyler Hamilton bunun rutin bir uygulama olduğunu söyledi.

  • Dr. del Moral Christian Vande Velde için büyüme hormonu ve kortizon enjeksiyonuna dayanan bir doping programı geliştirdi. Vande Velde’ye büyüme hormonu sağladı ve kortizon ile büyüme hormonunun enjeksiyonunu yaptı.

  • Dr. del Moral bisikletçilere içeriğini sorulsa da söylemediği enjeksiyonlar yaptı. Bu enjeksiyonlarla bisikletçileri adeta denek olarak kullanarak verdiği maddenin etkilerini gözlemledi.

  • George Hincapie, Tyler Hamilton ve Floyd Landis Dr. del Moral’ın kan dopingi programının tam içerisinde bulunduğunu doğruladı. del Moral Belçika’da, Fransa’da ve İspanya’da müsabaka sırasında ve dışında ve Tour de France ile Vuelta sırasında etaplarda kan transfüzyonu uygulamaları yaptı.

  • US Postal’dan ayrılmasının üzerinden 5 yıl geçtikten sonra Dr. Celaya, Dr. del Moral’in yerine takıma geri döndü. del Moral’in ayrılışında Armstrong yine etkendi. Armstrong 2003 Tour de France’taki diğer yıllara oranla daha düşük kalan performansı için del Moral’i sorumlu tutmuştu. 

Ek: Tyler Hamilton David Walsh'a, 1999 senesinde Dr. del Moral'in kendisine kurduğu bir cümleyi hatırlatır;

Luis Garcia del Moral: "Sizin aldıklarınız, futbolcuların yanında solda sıfır kalır."

Vuelta'da dün üçüncü gün geride kaldı ama gerçek yarış aslında iki gündür sürüyor. Ve ortalığa kocaman bir belirsizlik hakim. Fırtına kopmadan bulutların toplanması gibi yarışçılar birbirine yaklaşıyor, saflar sıklaşıyor. Süre olarak bir fark oluşması için çok erken ama kim kimden daha iyi durumda anlamak da şimdilik hayli zor.

Astana ilk etapta kırmızı mayoya pedallıyor

Takım zamana karşıda Astana muhteşem bir performansla kaşları kaldırmamıza sebep oldu. Dokuz kişilik takımın yedisiyle çizgiye son sürat vardıklarında Nibali'nin kırmızı mayoyu kazanma şansı değil kazanmama ihtimalini hesaplamaya başlamıştım içimden. Nitekim, Nibali şimdiden bir gün kırmızı mayoyu taşıdı bile. Genel klasman iddialılarını daha ilk yol gününde öne çıkaran tırmanış bitişini Roche alırken Messina'lı köpek balığı domestiklerinden hiçbiri önünde kalamadığından kırmızı mayoyu üstünde buldu. Domestiklerini kendisi mi saklamayı seçti, yoksa İtalyan sporcunun destek ekibi beklediğimizin altında mı? Astana'nın Vuelta'daki kaderini bu soru belirleyebilir, çünkü liderlerinin gücü açısından sıkıntıları var gibi durmuyor.

Tabii, beklendiği gibi, Nibali'nin liderlikle ilk münasebeti pek kısa oldu. Dün etabın sonunda küçük bir tümsek gibi yükselen yokuş, Chris Horner'a kırmızı mayoyu ve pelotonun büyük turlardaki en yaşlı etap galibi unvanını getirdi. Yarış başlamadan önce ilk haftada kırmızı mayoyu giymek istediğini zaten söyleyen Amerikalı'nın 41 yaşındaki bacakları, parkuru ne kadar süre kaldırabilecek bilinmez ama sprinterlerin keyfine göre ayarlanmış önümüzdeki üç gün boyunca sıkıntı çekmeyeceği kesin. Peki Horner'ın üstündeki mayo da kimlerin gözü var? Kimin yok ki...

Kariyeri lider taşımakla geçmiş Horner bu kez liderliğin keyfini çıkarıyor

Vuelta'nın şimdiye kadar en aç gözüken ismi, kariyerinin sonuna her gün biraz daha yaklaşan Alejandro Valverde. İlk iki günün ikisinde de etap zaferi için takım arkadaşlarıyla beraber sonuna kadar zorladı. İlk gün, Leopold König'in başlattığı isyanla kaybettiği kontrol Nicholas Roche'un zaferini getirdi. İkinci gün, Chris Horner'ın kaçışı hesapta yoktu. Valverde ve ekibi bir süre kenara çekilmek zorunda. Önlerindeki birkaç etap dişlerine pek uygun değil. Ama zamanı geldiğinde tempoyu en çok yükselten onlar olacak. Buna şüphe yok. Quintana'nın yükselişi sonrası ikinci adam konumuna düşecek Valverde, Tour'daki talihsizliklerin de etkisiyle bütün silahlarını kullanacaktır.

Sky pelotonun en hazır ve en disiplinli kadrosu gibi görünmeye bayılıyor. Hizmeti asla ikinci plana atmayan domestikleri ve o domestiklerin iplerini kolay kolay gevşetmeyen takım yönetimiyle bunun görüntüden daha fazlası olduğu da kesin. Ama iş liderlere geldiğinde -2013 Tour serüvenleri hariç- hep bir terslik yaşıyorlar. 2011 Tour'da, Wiggins kaza yapmış, lidersiz kalmışlardı. O hüsranın telafisi için gittikleri 2011 Vuelta'da kırmızı mayoya gücü olmayan Wiggo'yu öne atıp Froome'un daha yüksek olan şampiyonluk şansını çöpe atmışlardı. Sonra 2012 Tour'daki meşhur Peyragudes meselesi yaşandı, Wiggins'in sarı mayosu bazıları için hala "şüpheli." 2013 Giro'ya Tour şampiyonu ve İngiliz asili unvanlarıyla gelen Sir Wiggins, yağmurlu havada iniş yapamayınca Sky da yolda kaptan değiştirmek zorunda kaldı. Bu yılki Vuelta'da da gayri resmi olarak lidersiz kaldılar. 2013 Giro ikincisi Uran'ı yarış öncesi aforoz edip hemşerisi Henao'ya liderlik verdiler. Ama Henao daha ilk yokuşta seçkin tırmanışçıların tozunu yutmaya başladı. Şu an liderden üç dakika uzakta. Hain muamelesi gören Uran ise yarış liderinin 25 saniye gerisinde. İki taraftan da meseleyle ilgili açık bir yorum gelmiyor. Uran, "ben bir ay sonra konuşacağım" diyerek mesajı verdi bile. Takımsız Uran ne kadar başarılı olacak? Başarılı olursa neler söyleyecek? Büyük merak konusu.

Yalnız kovboy Uran son kurşununu atmadan pes etmeyecek

Kimin lider olduğunun belli olmadığı bir takım daha var: Tour'da lideri tarafından hayal kırıklığına uğratılan Saxo-Tinkoff. Kreuziger, Tour'daki harika tırmanışlarından sonra İspanya'da zincirlerinden kurtuldu. Bjarne Riis tarafından lider ilan edilerek soluğu Vuelta'da aldı. Tek lider olup olmadığı sorusu ise havada. Takımın genç ama pek parlak yeteneği Rafal Majka, Giro'da beyaz mayoyu saniyelerle kaçırdıktan sonra buraya da harika bir başlangıç yaptı ve dünkü son tırmanışta bir domestik gibi Kreuziger'i getirmek yerine Valverde'nin sürüklediği iştahlılarla etap galibiyeti arıyordu. Kreuziger, Tour'da kendisini durdurmaktan çekinmeyen Contador gibi genç Polonyalı'nın önünde durabilir ya da Saxo-Tinkoff tek adam hakimiyeti yerine iki başlı bir yarış çıkarmayı deneyebilir. Yarışın giderek sertleşen parkuruyla beraber gerçek resim ortaya çıkacak.

Purito hafif hafif vidaları sıkmaya başladı

Bu paragraflar dolusu belirsizliğin içine saklanmış, çıtını bile çıkarmadan bekleyen sinsi bir yarışçı var: Joaquim 'Purito' Rodriguez. Tour'da yaptığı gibi en doğru anı beklediğini düşünüyorum. Diğer yandan, Katusha için de ikinci adamları Daniel Moreno'nun ileri çıkma ihtimali hala masada. Geçen yıl Vuelta'yı beşinci bitirdiği unutulmamalı. Purito, Tour'daki gibi kendini parkurun "ayırıcı" kısmına mı saklıyor, yoksa Fransa'da ve daha da öncesinde kendisine sadık bir şekilde çalışan Moreno'nun önünü mü açıyor, göreceğiz. Zamana karşıların daha önemsiz olamayacağı bir rotada geçen yıl Contador'a kıl payı kaybettiği kırmızı mayoyu, bu belirsizliğin içinden alarak çıkabilir. Kariyerinin pek bereketli geçen son baharını birincilik kürsüsünde bitirmek rüya gibi olacaktır.

Nicholas Roche bir şeyler kazandığına kendi de inanamıyor

Bunca laf salatasının ardından bugünkü etap büyük bir ihtimalle yukarıdaki isimlerin çok büyük kısmının ilgilenmediği bir mücadeleyle bitecek. Pelotonun tek günlük yarışlarla sprint arasında sıkışmış "puncheur" adıyla anılan yarışçıları bugünün sonundaki o küçük tırmanışın keyfini çıkaracak. OmegaPharma'dan Gianni Meersman ve Orica'lı Michael Matthews olağan şüpheliler. Yine de 2013 Vuelta'ya öyle bir belirsizlik hakim ki gözünüz her ihtimale açık olsun. Nicholas Roche'un etap kazandığı bir yarış izliyoruz sonuçta...

%29 Doping

Dick Pound, WADA eski başkanı.
Mayıs ayında WADA eski başkanı Dick Pound, WADA’nın isteği üzerine, mevcut test metotlarının durumuyla ilgili bir rapor hazırladı. Tablo hiç de iç açıcı olmadı. Her ne kadar bilimsel ilerlemeler sayesinde çok daha kompleks maddeler testlere yakalanıyor olsa da Pound, anti-doping çalışmalarının hiçbir şekilde yeterli olmadığı görüşünde. Dopingçiler organizasyonların, hükümetlerin ve sporcuların bu anlamdaki isteksizlikleri sayesinde paçayı sıyırıyor.

Pound, Associated Press’e verdiği röportajda başarısızlık için “insani ve politik faktörleri” suçladı ve federasyonları, IOC ve WADA’yı özellikle Lance Armstrong gibi seri dopeleri yakalayamamak konusunda aynaya bakmaya çağırdı.

“Doping testlerinin başarısızlığında insan faktörüne bağlı sistematik ve organize sebepler yatıyor.” diye yazmış raporunda Pound.

“Dopingsiz bir sporun inşası için gereken çabayı ve ekonomik fedakarlığı göstermek konusunda hiç kimse kılını dahi kıpırdatmak istemiyor.”

"Bunun bir uyanış çağrısı olması gerekiyor" diyor Pound. "Hatta bir çeşit savaş çağrısı. Sporun paydaşları bu çağrıya nasıl cevap verecek göreceğiz. Eğer düzgün bir karşılık gelmezse bunu kelleleriyle ödeyebilirler."

Rapor tüm ilgili gruplara ulaştırıldı ve pek çok tavsiye içeriyor. Eylül ayında Buenos Aires’teki WADA toplantısının ana maddesi olacak anlaşılan. Kasım ayında ise Johannesburg’ta dünya doping konferansında da çokça konuşulacağı aşikar.

Pound raporunu sonuca bağlarken özellikle Armstrong davasının sistemin nasıl işlemez halde olduğunun en net ispatı olduğunu söylemiş.

“Armstrong 300’den fazla kez tahlile girdi ve hiçbir zaman pozitif çıkmadı. Bu nasıl mümkün olabiliyor?”

Son yıllarda dünya çapında yapılan testlerin sayısı ve metotların kalitesi arttı ancak yakalanan dopingçi sayısında bir değişme yok.

Raporda yer alan bir istatistik, yılda yaklaşık 250,000 test yapılırken %1’den de azı ciddi doping maddeleri açısından pozitif sonuç veriyor; genel istihbarat ise bunun tersini söylüyor.

“Eğer tutucuysanız ve %10luk bir kesimin doping yaptığına inanıyorsanız, doping yapan her beş atletten dördü bu testler tarafından yakalanamıyor. Neden?”

“Doping konusunda asıl problem bilim ya da sistem değil, insanın kendisi. Gerçek şu ki gerekeni yapmak konusunda tarafların ortak bir isteği yok.”

Pound ayrıca sporcuların dopinge karşı konuşmamasından da şikayetçi. Ulusal ve uluslararası federasyonlar oldukça zayıf, ulusal kuruluşlar hükümetlerin etkisi altında ve hükümetler de kendi sporcularını yakalamak niyetinde değil. Tüm sistem bu şekilde işliyor.

Mesela Lance Armstrong emeklilikten döndüğünde, tüm ısrarlarına rağmen Floyd Landis'i takıma almamazlık etmeseydi şu an büyük ihtimalle hala 10 senelik bir yalanı yaşamaya devam ediyor olacaktık. Landis konuşmasaydı, Hamilton konuşmasaydı herkes sevmeye ya da nefret etmeye devam edecekti ama hiçbir şey şüpheden ve sıfır adet pozitif testten öteye  geçmeyecekti. O yüzden sporcuların konuşması çok önemli. Takımdaki oda arkadaşınız antrenmandan sonra yatağın başına asılı bir torbadan kan alırken siz kıçınızı dönüp uyuyorsanız, burada da problem var. Temiz sporcular ya da itirafçılar tehdit korkusu yaşamadan gördüklerini, şahit olduklarını ya da kendisiyle beraber bizzat yapanları çıkıp söyleyebilmeli. Bu tip bir cesaretin nitelik değeri, yapılan bin doping testinin nicelik değerinden çok daha fazla olabilir; tıpkı Lance Armstrong davasında olduğu gibi.

Raporda antidoping kuruluşlarının testlerin etkinliğinden ve niteliğinden çok niceliğine baktığına da değinilmiş. Ki çok da haklı bir tespit. Nereye baksak bu sene orada şu kadar adet test yapıldı şeklinde caka satar doping karşıtı demeçler görüyoruz.

Rapor aynı zamanda WADA’nın doping kurallarını ihlal eden federasyonları da yeteri kadar cezalandırmadığını söylüyor; EPO testlerinin azlığı, insulin ve büyüme hormonları, oyuncu sendikaların testlere karşı çıkması, takım ve bireysel sporlar arasındaki kural farklılıkları ve doping kontrolörlerinin tehdit edilmesi, rüşvet verilmesi.

Pound aynı zamanda IOC’nin artık kuralları acımadan uygulaması gerektiğini ve doping konusunda problemleri çözemeyen her branşı Olimpiyatlar’dan çıkarması gerektiğini söylüyor.

“Eğer kurallara uymuyorsanız bunun sonuçları olmalı. Ne zaman birileri ‘belki de yol bisikletini bir süre programdan çıkarmalıyız’ dese IOC, sporu kanatları altına alıyor ve ‘Ah hayır azizim, birkaç arıza yüzünden masum atletleri cezalandırmamalıyız.’ diyor.”
WADA başkanı John Fahey ve direktör David Howman

Dört gün önce de New York Times’ta 2011’e dayanan bir doping dosyası daha yayınlandı ve bir kez daha dopingin ne kadar derinlere işlediğini görmüş olduk. Doping testlerinin her sporcuyu yakalayamadığı bilinen bir gerçek ama aradaki farkın yüksekliği rezalet seviyelerde. Bu marjı gözler önüne sermek için WADA 2011 yılında bir araştırma ekibi oluşturdu ve kaç atletin performans artırıcı ilaçlar kullandığına dair daha “doğru” sayısal veriler elde etmek için çalışma başlattı.

2,000’den fazla atletizm sporcusu bu çalışmada yer aldı ve sonuçlara göre 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası’na katılan sporcuların %29’u ve 2011 Pan-Arap Oyunları’ndaki sporcuların %45’inin önceki sene içerisinde doping yaptığı raporda sunuldu.

Tüm bu verilerin aksine 2010 senesinde WADA tarafından incelenen örneklerin %2’sinden de azı pozitif çıktı.

Araştırmacılar raporun sonuçlarını yayınlamak istiyormuş. Böylece spordaki doping gerçeğinin hayal edilenin de ötesinde olduğunu ve mevcut test yöntemlerinin sadece bir avuç atleti yakalayabildiğini gözler önüne sermek istiyormuş.

Ancak çalışmanın son taslağı WADA’ya sunulduğunda kuruluş, araştırmacılara şu an için raporu yayınlanamayacağını, önce Dünya Atletizm Federasyonu’nun bulguları incelemesi gerektiğini söylemiş.

IAAF’in sözcüsü Nick Davies konunun çok hassas olduğunu ve bu süreci nasıl yönetmeleri gerektiği üzerine çalışmaları gerektiğini söylemiş New York Times’la e-mail üzerinden yaptığı görüşmede. Çalışmanın yayınlanmak için tam olarak hazır olmadığını ve sadece sosyal bilimlere dayanan, sporcular arasında yapılan bir kamuoyu değerlendirmesi olduğunu söylemiş. Bu ay Moskova’dan toplanan kan örnekleriyle birlikte bu araştırmanın bir araya getirilerek daha kapsamlı bir çalışma yapacaklarını eklemiş.

Araştırmacılar ise yaptıkları çalışmanın oldukça önemli ve tek başına da gayet kapsamlı olduğunu düşünüyor. Moskova’dan alınan örnekler üzerinde araştırma yapmamış olacakları için bu bulguların kendi çalışmalarıyla birleştirilmesinin bilimsel açıdan hiçbir anlamı olmadığını söylemiş.

Proje 2011 senesinde başladı ve araştırmacılar Daegu ve Doha’da atletleri ankete tabi tuttu. Sporcular soruları tablet bilgisayarlar üzerinden cevapladı ve önce ya kendilerinin ya da başka birinin doğum tarihini düşünmeleri istendi. Sonrasında ise ekranda iki soru çıktı: biri akıllarında doğum tarihinin Ocak-Haziran arasında olup olmadığını soruyordu diğer soru ise “Geçtiğimiz 12 ay içerisinde bilinçli olarak yasaklı madde kullanarak anti-doping kurallarını ihlal ettiniz mi?” idi.

Çalışma bu şekilde tasarlanmıştı, böylece iki sorudan hangisini cevapladığını yalnızca sporcunun kendisi bilecekti. Sonrasında istatistiksel analizler sonucunda kaç atletin doping itirafı yaptığına dair bir yaklaşım hesabı yapıldı.

Elbette her atlet yer almadı ve yer alanlar da yalan söylemiş yahut doğum tarihiyle alakalı soruyu cevaplamayı tercih etmiş olabilir. Bu yüzden araştırmacılar elde ettikleri sonuçların gerçek değerlerin de altında kaldığını düşünüyor.

Ekip önce 2012’de yayınlanmaya hazır bir makale oluşturdu fakat taslak WADA’ya gönderildiğinde WADA başka bir şampiyona ile daha fazla araştırma yapmak istedi. WADA’nın bunu talep etmekteki gerekçesini ise araştırmacılar pek anlamamış.

Bu sene başında ise ekip ve WADA mutabakata varmış ve Science dergisine çalışmanın yayınlanması için talep gönderilmiş. Dergi reddetmiş ancak araştırmacılar bunun konudan kaynaklandığını düşünüyor. Science dergisinin sözcüsü de sebebi açıklayamayacaklarını ama yapılan taleplerin büyük çoğunluğunun zaten geri çevrildiğini söylemiş.

WADA çalışmayı desteklemeye devam etmiş ve başka yayınlara da göndermiş. Fakat Mart ayında kuruluş, araştırmacılara çalışmayı yayınlamamalarını ve IAAF’in değerlendirmesini beklemelerini söylemiş.

Teksas Üniversitesi’nden performans artırıcı ilaçlar üzerine uzmanlaşmış John Hoberman, bu çalışmanın kafalardaki “doping, birkaç sapkın atletin yaptığı vakalardır” algısını tamamen yıkacak cinsten bir araştırma olduğunu söylemiş.

“Ya inanılmaz fazla sayıda sapkın kişi sporcu oluyor ya da bu artık normal insanların başvurduğu gayet rutin bir davranış.”

Mayıs ayında WADA’nın talebi üzerine hazırladığı raporu sunan eski başkan Dick Pound da New York Times’la yaptığı telefon görüşmesinde şunları söylemiş;

“Bu işin psikolojik bir boyutu var; kimse kimseyi yakalamak istemiyor. Bu yönde hiçbir çaba, teşvik yok. Ülkeler sporcuları yakalanırsa, sporlar da kendi branşlarındaki sporcular yakalanınca utanç duyuyor.”

Sonuç:

Özellikle Dick Pound'un sözlerine kulak vermek lazım. İki rapor da antidoping kontrollerindeki çatlakları ortaya koyuyor. Problemin sporun ta iliğine işlediğini görmezden gelmek gibi bir lüks artık olmamalı ama ne yazık ki kazın ayağı öyle değil. Denklemde çok fazla değişken var, çok fazla etken var. Çakışan çıkarların belki de tek bir ortak noktası var, o da para. Kimsenin birbirinin kuyruğuna basmak istemediği danışıklı bir dövüş dopingle mücadele. Ortaya çıkan sporcuların büyük kısmı ise ya birilerinin kuyruğuna basıldığı için ya da ibret olsun diye çıkıyor.

Sayılar korkutucu seviyede. %29 demek çok düz bir mantıkla erkekler 100m finalindeki yedi kişiden (Bolt, 2011, hatalı çıkış) en az ikisinin dopingli olması demek. Başta WADA olmak üzere tüm antidoping kuruluşları kaç tane örnek alındığını söyleyerek göz boyuyor. Alınan örneklerin kaçının tahlil edildiğini bilmiyoruz. Kaçında EPO arandığını, kaçında ise sadece uyuşturucu maddelere bakıldığını bilmiyoruz. Aslında yapılan kontrollerle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.

Bilim ilerliyor, teknoloji ilerliyor, test imkanları artıyor, evet. EPO şunun şurasında 10-15 senedir tespit edilebilir durumda. WADA her sene yasaklı madde listesinde düzenleme yapıyor, yeni maddeler radara takılıyor. Ama doping her şekilde devam ediyor. Devam ediyor, çünkü şampiyonluk milyonlarca dolar demek. Devam ediyor, çünkü sporcu kazandıkça sponsor da kazanıyor. Devam ediyor, çünkü sporcu beklenti baskısını karşılamak peşinde. Çünkü kazanmak duygusu bir sporcu için en büyük haz, en büyük tatmin.

Devam ediyor, çünkü Olimpiyat altını silahsız bir savaşı kazanmak demek. Tüm antidoping sistemi politik müdahaleler ve çıkar çatışmaları yüzünden işlemez halde. Şu an ise dopinge karşı yapılabilecek en önemli şey doping yapıldığını kabul etmek.


Vuelta, takvime bakınca büyük tur klasmanında olmasına rağmen, hep çok uzaklarda ve Tour sonrası yapılmasının da etkisiyle sanki bir büyük turdan daha önemsizmiş gibi bir izlenim bırakır. Yüksek profilli bir yarışçı, sezona kolay kolay "Vuelta'yı hedefliyorum" diye başlamaz. Öncelikle ağızlarda Giro ya da Tour olur. Sezon, Bahar Klasikleri'nin coşkusuyla açılıp Giro heyecanıyla hızlanırken klasik Tour manzaraları ve tırmanışlarıyla adeta bir zirve yapar. Vuelta hep bunların arkasında, sanki sezon planlanırken hesapta yokmuş da birileri yarışlar yapılırken biraz daha bir şeyler izlemek istediğinden eklenmiş gibi gelir.


Kısacası, takvimdeki üç büyüğün en küçüğüdür Vuelta, yetmezmiş gibi bir de üveydir. Fransa ve İtalya arasındaki sessiz dostluk ve zaman zaman düşmanlığa kaçan rekabet tam bir kardeş ilişkisi gibi yürür. Vuelta boğucu Ağustos ayının sonunda, iki kardeşinden de uzakta kendi ayaklarının üzerinde durmaya uğraşır. Vuelta'nın yayın araçlarını bozan, yarışçılarını perişan eden sert mizacı da bu küçük kardeşin kendini kanıtlama sevdasından gelir belki de. Ne mutlu ki, takvimin ihtişamlı abisi Tour de France 100'ncü yılını kutlamış, onun şaşırtıcı ve güzel kız kardeşi Giro son yılların en etkileyici yarışlarından birine sahne olmuşken Vuelta'nın pelotonun ağır abilerine de genç yeteneklerine de sunacak çok fırsatı var.

Öncesi

Bir büyük turun fotoğrafı önündeki yarışlarda çekilir desem yanlış olmaz sanırım. Giro veya Tour öncesindeki küçük yarışlar, ismen önemsiz gözükseler de iddialıların kalite kontrol yaptıkları, güreşe başlamadan önce rakiplerinin ensesini şööyle bir yokladıkları kilit anlar içerir. Elbette, üç haftaya yayılan şiddet ve süre olarak dev bir yarışı kitap gibi okumayı bekleyemezsiniz buralarda gördüklerinizle. Ama kim, hangi tırmanışta pelotonun kuyruğuna inmeyecek aşağı yukarı bilirsiniz.

Bu sezon, Vuelta öncesinde hazırlık niteliği taşıyan iki yarış vardı: İlki, diğerlerine göre çok daha sert ve alengirli parkuru (ve kurallarıyla) Polonya Turu; ikincisi, hemşerilik avantajını taklitçi bir parkurla birleştiren Vuelta a Burgos. Aslında Eneco'yu da bu başlıkta incelemem gerekirdi. Ama yarış, bu yıl daha çok gözünü Dünya Şampiyonasına dikmiş isimlerin ilgisine mazhar oldu. Geçelim diğer ikisine.

Giro şampiyonu Polonya'da ter attı

Polonya Turu, İspanya'nın ağır topları için ısınma gibi geçti. Kimse çok hevesli ya da dominant gözükmese de herkes kendi payına düşeni çıkarmayı bildi. Daha form tutmamış Nibali, zaman zaman kaçışlara katılıp düştükten sonra saate karşı etabında nal topladı. Bir nevi yarışı idman olarak kullandı. Basso'nun Giro'yu kaçırmanın acısını çıkarmak ve "daha ölmediğini" göstermek istediği belliydi. Yarışı ilk 10'da bitirip mesaj verdi. Diğer önemli isimlerden Saxo'lu Rafal Majka, memleketindeki yarışı zamana karşı etabında kazanma fırsatını kaçırdı ama ilk 5'te kaldı. Sky'ın "sonradan lideri" Henao beşinci olup başrolde güzel bir ilk performans sundu.  Ag2r'nin cep roketi Pozzovivo, Giro'dan sonra burada da ilk 10'daydı. İtalya'daki şanssızlığı İberya'da kırabilirse bir şeyler başarabilir gibi gözüktü.

Sonraki sınav İspanya'daydı. Burgos bölgesindeki yarışta son günkü kısa ama çok sert etap Vuelta şiddetinin kısa bir temsili gibiydi. Ve o günü en önde bitiren dört isimden üçü Nibali, Basso ve Quintana'ydı. Pelotonun yeni yıldızı Quintana, Vuelta'ya gelmeyeceğinden buradaki denklemin dışında. Diğer iki İtalyan'dan ise İspanya topraklarında büyük bir rekabet bekleniyor. Basso, Giro'da kan kokusunu aldıkça yırtıcı bir köpek balığı gibi saldıran Nibali'ye ne kadar dayanabilir, bilmiyorum. Ama Burgos'un bitişini eski çırağının önünde geçmeyi başardı. Bu dörtlünün sürpriz diyebileceğim ismi, Vuelta'ya hemşeri kontenjanından davetiyeyle gelen Caja-Rural'in lideri David Arroyo. Arroyo bundan üç sezon önce Giro'da aldığı ikincilikle kariyer zirvesini yaptığından beri o seviyeye yaklaşamamış ve geçen sezon bütün büyük turlardan uzak kalmış. Yine de Movistar'da geçirdiği uzun yıllar önemli bir tecrübeye işaret. Yarışın 11 zirve bitişinden birinde, kırmızı mayoya giden bir büyük balığın kuyruğuna etap zaferi için takılırken görebiliriz. Ya da yarış bittikten sonra, tıpkı Giro'da patlama yapan İtalyan meslektaşı Santambrogio gibi, acemice EPO tekniklerinden birini kullandığını öğrenebiliriz. 

Takımlar

Giro ya da Tour'u izlediyseniz bu kısmı takip etmekte zorlanmayacaksınız. Kadrolar kulak çınlatıyor. İlk olarak, yarışın en ağır topu Astana. Liderleri Nibali, Giro-Vuelta ikilisi yaparak sporun tarihinde yer edinmek istiyor. Tıpkı oradaki gibi, onun çevresinde dört dönecekler. Çok güçlü bir kadroyla geliyorlar. Baş domestik Kangert'e, Tour 7'ncisi Fuglsang'a, hala gelecek yıla kontrat bulamamış Brajkovic'e dikkat. En önemli rakipleri Sky, Sir Wiggins'in kaprislerinden ve Giro 2'ncisi Uran'ın liderliğinden yoksun bir İspanya yolculuğuna çıkıyor. Tour-Giro karması bir domestik kadrosuyla yine de çok dikkat çekiyorlar. Bacakları isimlerinin ağırlığını kaldırabilecek mi, o bir muamma. Movistar da pelotonun belki de gen geniş kadrosundan dikkat çekici bir seçki yaparak güç sıralamasında podyumu tamamlıyor. Lider olarak gittiği son Tour'da kaza kurbanı olan Valverde, kariyerinin son kurşununu atıyor olabilir.  Giro'da akmasa da damlayan Intxausti, burada da ilk 10'u zorlayacaktır. "Terfi etmek" için daha fazlasını da isteyebilir. İspanyol takımın kalanından herhangi bir ismi etap zaferine veya zaferlerine kaçarken görebilirsiniz. Bütün sezon olduğu gibi, çok yönlü bir kadroyla birden çok hedefi vurmaya çalışacaklar.

Movistar'ın lideri Valverde 2009'da Vuelta zaferini kutlarken.

Gelelim hiyerarşinin bir alt kısmına. Sakatlığı olmasa bir üst başlıkta söz edeceğimiz Ivan Basso ve sadık yoldaşları, Cannondale'i podyuma çıkarmaya çalışacak. Kadronun önemli bir kısmının formu dikkat çekici gözüküyor. Kırmızı mayoya beklenmedik bir şekilde ortak olabilirler. Memleketinin ve bisikletle tanınan ailesinin büyük umudu Dan Martin, Tour'un sonunda yaşadığı talihsizliklere teselli bulmaya çalışacak. Herkes yeteneğinin farkında ama hala beklentileri karşılayabilmiş değil. Vuelta'da takımının tek odağı olarak başarı arayacak. Pelotonun gür saçlı delikanlısı Betancur, son üç ayını memleketi Kolombiya'da irtifa idmanlarıyla geçirdi. Giro 5'nciliğinden sonra Vuelta podyumu hayal sayılmaz. Takımdaşı Pozzovivo'yla beraber Ag2r'ye kâbus gibi biten Tour'u unutturmaya çalışacaklar. Bu yılın Giro 4'üncüsü Scarponi, bu kez podyumu kaçırmak istemez. Ama yeterince destek bulması zor gözüküyor. Sürpriz denebilecek Tour başarısının üstüne koymak isteyen Mollema ve Ten Dam'lı Belkin'in hala ispatlaması gereken bir şeyler var. Bu klasmanın son iki basamağında, isim olarak yukarıdakilerden daha iyi ama yorgunluk kontenjanından aşağıya yazdığım Saxo-Tinkoff ve Katusha var. Saxo-Tinkoff, Majka, Kreuziger, Roche ve Anker Sorensen'le bir bölümü yorgun ama geneli kaliteli bir ekibin liderliğinde olacak. Katusha'nın Rusya destekli, İspanyol general Purito yönetimindeki ordusu, bu kez liderleri için yarım değil tam zafer peşinde olacak. Joaquim Rodriguez artık podyumla teselli bulmaktan sıkılmış gözüküyor. İyice ilerleyen yaşı tecrübeyle beraber motivasyon da getiriyor ama zaman lehine çalışıyor da denemez.

Son paragraf, görece küçük isimlerle sezona etkileyici bir bitiş yapmaya çalışacaklara kalıyor: Kiserlovski ve Zubeldia'yla başarı arayacak Radioshack, dev sprinteri Greipel'i dinlenmeye bırakan De Clerq'li Lotto, genç yetenek Wout Poels ve sezonu sönük geçiren De Gendt için ışık arayan Vacansoleil, yokuş fobisi yüzünden çıkışı duran Pinot'yu İspanyol yollarına da süren FDJ, Fransa'daki gibi "liderleri kim acaba" dedirten ekibiyle BMC, Tour'da yılın sprinterini parlattıktan sonra burada genel klasman için Barguil'den önemli işler bekleyen Argos… Yılın son büyük turu çok şatafatlı gözükmese de herkes yine bir parça istiyor. Ama "iddiasız" takımlar içinde gözünüzü parlak turuncu mayo giymiş olanlara dikin. Samu Sanchez, Igor Anton ve Mikel Nieve'nin kontrol edeceği Euskaltel, bu isim altında son büyük turuna çıkacak. İspanyol takımının İspanyol yarışçıları için kazanılacak her zaferin maddi, manevi çok büyük anlamı olacak. Ve tabii bir de klasik OmegaPharma-Quickstep var: Cavendish olmasa da onları sprint ve etap zaferi peşinde göreceksiniz. Meersman ve Stybar sırasıyla iki alanda da iddialı olmalarını sağlayacaktır.

Euskaltel'in bu parlak turuncusunu artık ancak arşivlerde göreceğiz.

Favoriler

Pek çok yetenekli genel klasmancının podyum için yukarıyı zorlayacağı bir yarış olacak. Ama tek tek yarışçılara bakınca ilk 3 için çok kalabalık bir kadro toplayamayız gibi duruyor. Herkesin yenmek için hazırlandığı isim, doğduğu toprakları yokuş, iniş, zamana karşı demeden 2013 Giro'da fetheden Vincenzo Nibali. Onun arkasından yazılabilecek isim, pek parlak özgeçmişine Tour podyumunu da eklemeyi başarmış Joaquim "Purito" Rodriguez. Fransa'da gösterdiği saate karşı performansı etkileyiciydi. Yokuşlara her zaman hazır olduğu düşünülürse, tek ihtiyacı Tour'da yorulmamış olmak. Geçen yıl Vuelta'da Contador'un sürpriz atağına uyuyakalması kırmızı mayoya mal olmuştu ne de olsa. Üçüncü sıraya gönülsüzce Alejandro Valverde'yi yazıyorum. Kaza sonucu kaybettiği tonla zamana rağmen Tour'u ik 10'da bitirmeyi başardı. Takımı çok güçlü, kendisi çok tecrübeli ama yarışı kazanmasını sağlayacak patlayıcılığı azalmış gibi geliyor. Dördüncü sırada, bir başka talihsiz, Dan Martin var. Tour'un sonunda yakalandığı hastalık neredeyse garanti olan ilk 10'u ve potansiyel bir ilk 5'i kaybetmesine neden oldu. Tek lider olarak geldiği İspanya, rüştünü ispatlaması için bir başka fırsat olacak. İlk 5'e (ve yukarısına) en çok yakıştırdığım isim ise Carlos Betancur. Malumunuz, Tour'daki Quintana dalgasıyla beraber bisiklette Kolombiya "moda oldu." Delikanlı enerjisiyle yokuşlu bitişi gördü mü finişe pedallayan genç Kolombiyalı'dan güzel bir sürpriz izlemek hoş olur. Henao, Kreuziger, Mollema, Uran gibi genel klasmanı zorlayacak başka çok yetenekli yarışçılar da var. Fakat form durumları, takım içindeki konumları ya da liderlik tecrübeleri yanlarına kocaman bir soru işareti koyuyor.

2013 Vuelta'nın amansız "bölüm sonu canavarı": Angliru

Parkur

Vuelta'nın liderlik mayosu kırmızıdır. Kırmızı, bilirsiniz, tutkunun, şiddetin, aşırılıkların rengidir. Bu yılın parkuru (Vuelta geleneğine uyarak) liderlik mayosunun rengiyle güzel bir uyum yakalamış. 11 tane zirve bitişi var parkurda. Şov amaçlı yapılan son gün hariç, ilk bakışta "sprint izleriz" dediğim etap sayısı iki. Yarışın gidişatına göre kırmızı mayo veya podyum mücadelesinin biteceği yirminci etap, bisiklet dünyasının en sert tırmanışı namıyla tanınan Angliru'yla bitiyor. Düzlükle biten 10 etaptan bir bölümü, bu kez de ortalarda çıkan ufak ve orta tırmanışlarla sabır zorluyor. Yani kırmızı mayoya her kim layık olacaksa, bunu canı fena halde acımasına rağmen çok heybetli bir şekilde yapmaktan başka çaresi yok. Tour'dan yorgun bacaklarla gelenler nal toplayabilir, bütün sezon derinden ilerleyen yetenekler patlama fırsatı bulabilir. Vuelta, şiddetli bir rotayla krizle fırsatı aynı anda sunup çok uzaklardaki Çinli kardeşlerinin diline selam ediyor.

Cancellara zaferlerle dolu klasik sezonunu bu kutlamayla(!) bitirmişti ama şu an pek yorgun değil

Dikkat!

- 11. etapta Dünya Bireysel Zamana Karşı mücadelesinin ufak bir provasını yapacak Martin ve Cancellara'ya,
- Göze batıp kontrat almak için her türlü etapta deliler gibi kaçabilecek Euskaltel'lilere,
- Dünya şampiyonu mayosuyla daha hiçbir yarış kazanamamış süperstar Gilbert'e,
- İkinci bitirdiği her etabı birinci olduğunu sanıp kutlayabilecek naif Betancur'a,
- Kaçış emekçisi, blogger bisikletçi Cameron Wurff'e,
- Ortalığı nasıl şenlendirebileceklerini asla bilemeyeceğimiz Orica-GreenEdge'e,
- Tek günlük hesapların uzman ismi Juan Antonio Flecha'ya,
- Google'ın isminin arkasına kaza ya da sakatlık eklemeyi önerdiği Hoogerland'a,
- Kırık bir parmakla 100'ncü Tour'un tırmanışlarına göğüs geren Haimar Zubeldia'ya,
- FDJ'deki otorite boşluğunda öne çıkabilecek genç yetenek Ellisonde'a,
- Vatandaşlık hanesinde Kolombiya yazan herhangi bir bisikletçiye,
- Üst üste yedinci büyük turunu bitirmeye gelen Adam Hansen'a,


Dikkat kesilelim.


Vuelta'ya girerken söyleyeceklerim bu kadar. Yarış günleri buralarda belirecek ön bakışlar ve mevzular karıştıkça eklenecek analizler için de beklerim. 

İyi seyirler.

Tour Sırası #3: Aydaki Adam

Sıcak olsun, uyuşukluk olsun, ailemle geçirdiğim zaman olsun, istediğim sıklıkla yazdırmıyor. Kusura bakmayın.



Mesaj açık: Peloton bugün aya çıkıyor. Ay benzetmesinin sebebi de fotoğraftan belli oluyordur. Mübalağa yapıyorum tabi ama, bisikletçilerin çekeceği eziyet en çok mübalağaya el veriyor. Kısaca, Tour tarihinin en yaman ve en efsanevi tırmanışlarından Mont-Ventoux; bugün bizleri şenlendirecek, yarışçılara epey acı çektirecek. Sadece bu da değil. Sinema tarihinin en efsane insanlarından Walter Sobchek'in şurada belirttiği gibi, peloton azapla dolu bir dünyaya doğru gidecek yarından itibaren. Neden yaman? Neden efsane? Neden azap? Hepsini kısaca cevaplayacağız.

Öncelikle, Mont-Ventoux'ya bir arka plan verelim. Peloton ve yarış nereden geldi, nereye gidebilir bir bakalım: Sarı mayo, en yakın rakibine iki buçuk dakika farkla Chris Froome'da. Froome, pelotonun açık ara en sağlam tırmanışçısı. Bütün yıl girdiği önemli yarışlarda aldığı en kötü sonuç ikincilik ve bu tek mağlubiyeti aldığı yarışçı, Nibali, Fransa'daki rakipleri arasında değil. Ama ortalık günlük güneşlik de sayılmaz: Froome sezon boyu gücünü ve formunu yükseltirken, takımının form çizgisi giderek aşağıyı gösteriyor. Tırmanıştaki en önemli yardımcısı Porte giderek düşüyor, Kennaugh kaza yaptı, Kiryienka yarış dışında, Lopez ve Siutsou yarışmaya gelmemiş gibiler. Diğer takım arkadaşları düz yol için buradalar ve Ventoux'da işe yaramaları mucize. Ayrıca, takıma daha çok tecrübe gerekiyor ve benim bu sorunu anlatmak için başka bir paragrafa daha ihtiyacım var. Devam edelim.

Ventoux'dan önce yapılan geçiş etaplarının en önemsizlerinden biri gibi gözüken, 13. etap, Froome ve takımı Sky için kayıp günü oldu. Oysa, iki gün önce Britanyalı'nın zamana karşıda kazandığı zaman sayesinde işler tıkırındaydı. Uğursuz 13'ün işaretlediği günün sonu pek hoş olmadı. Hagen ve Thomas sakatlanınca düz yol ekibinde tek kişi kalan Froome, günün son 30 kilometresini yalnız geçirdi. O mesafede Contador ve çakal domestiklerinin atağı, sarı mayoya bir dakika kaybettirdi. Dört dakikaya yaklaşan önemli avantaj, iki buçuk dakika civarında güdük kaldı. Peki, aradaki farkın tam olarak anlamı ne?

Aslında tablo vahim değil, ama durum daha çok psikolojik. Dört dakika fark demek, iki tırmanış etabında kötü bir gün geçirdikten sonra bile yarışın lideri olabilmek demektir. Oysa iki buçuk dakika, daha çok baskı anlamına geliyor. Sky'ın içine düşeceği bir felaket, sarı mayoyu herkese daha yakın hale getirebilir. Dolayısıyla, Contador ve, elbette, pelotonun kalanı saldırı için çok daha hevesli olacak. Bir benzetmeyle, basketbolda son saniyelere girerken, dört sayı önde olmakla iki sayı önde olmak arasındaki farka benziyor da diyebilirim. Dört sayı öndeyken iki hücumda sayı yedikten sonra bile galibiyetten bir basket uzakta kalabilirsiniz.Öbür taraftan, iki sayı fark, önde olmaktan çok kovalanmak anlamına gelir, ki kovalanmak çok da hoş bir şey değildir.

Hele de rakip sayısı bir değil, dört ise. Bugün saldıracağını günlerdir söyleyen dört takım, Froome'u sarsmak için bütün gücüyle vuracak: Zaman kazanarak bitirdiği etap sonrası bile "Alpleri bekleyin," diyen Contador ve Saxobank, İspanyol'a en büyük yardımı getiren genel klasman ikincisi Mollema'lı Belkin, lideri Valverde'yi düz yolda kaybeden yaralı Movistar ve Tour'u karıştırma göreviyle Fransa'ya geldiğini açıkça bildiren Garmin'in lideri Dan Martin. Bu takımların hepsinde farklı tecrübelerde ve yeteneklerde güçlü tırmanışçılar mevcut. İşbirliği yapmaları Sky için felaket anlamına gelebilir. Ne demişler, zirvede hayat zor.

Zorluk demişken, efsane zirve Ventoux'nun yapısını anlatalım. İkinci yılına yeni giren taze bisiklet izleyiciliğim sebebiyle daha Mont-Ventoux'yu izleyemedim. Ama eldeki bilgiler şimdiden pek çok şeyi anlatıyor. Bisiklet sporunun takıma dayanan yapısı rüzgara karşı avantaj sağlamak amaçıdır ve bu zirveyle ilgili "ilginç" bir zorluk var: Pek çok tırmanışın aksine oldukça rüzgarlı. O kadar ki, ismi Fransızca rüzgarlı kelimesinden (venteux) geliyor. Zamanında soğuğun çilesinden korunmak için zirvenin ormanları kurban edilmiş. Bunun çilesini çekmek de çıplak topraklar etrafında, rüzgar altında pedal çeviren bisikletçilere kalmış. Yani %9-10 civarında seyreden eğimle ve bu sırada 1700 metre artan irtifayla boğuşmanız yetmiyor, bacaklarınız rüzgara da hazır olmalı. Sadece sizin hazır olmanız da yetmeyebilir, takım arkadaşlarınız da bir süre yanınızda durabilmeli. Mont-Ventoux, kendisi gibi, özel bir şampiyon arıyor kendine.

Gelelim, Mont-Ventoux'nun mirasına... Şimdiye kadar okuduklarınız, zirvenin neden efsane olduğuyla ilgili pek çok sebep gösteriyor. Ama 1967 Tour'unda yaşanan bir olay, bunların hepsinin önünde. O dönemin başarılı pedallarından İngiliz Tom Simpson, son nefesini Mont-Ventoux'ya tırmanmaya çalışırken vermiş. Sıcağın şiddetini ve tırmanışın sertliğini kaldıramayan vücudu, Tom Simpson'ı yarı yolda bırakmış. Yarışçının anısına Ventoux'ya bir anıt dikilmiş ve olay, pelotonun cesaretinin ve Tour'un acımasızlığının bir işareti olarak hafızalara kazınmış. Ventoux'yu kazanmanın sadece yarışla ilgili değil, sporun tarihiyle ilgili bir anlamı ve anısı var. Hele de bu zirvede kazanan ilk Britanyalı olmanın anlamı bambaşka olacaktır. Rüzgarlı zirve, sadece şampiyonluğu değil, unutulmazlığı da vaat ediyor.

Bütün bunların üstüne, bu eziyetle dolu tablonun bir zincirin ilk halkası olduğunu söylemek lazım. Peloton yarın Mont-Ventoux eziyetine sabır çektikten sonra, bir gün dinlenecek. Sonra, "azap dolu o dünyaya" girecek. Dinlenme gününden sonra, orta dağlık bir etap var. Hemen ardından, tırmanış zamana karşısı geliyor ve iş iyice ciddiye biniyor: Tour tarihinin imzalarından Alp-d'Huez, iki kez çıkılacak ve ikincide zirve finişi görevi görecek. Sonra beş sağlam tırmanışla dolu bir gün gelecek ve ardından peloton, Paris tatili kazanmak için son bir zirve bitişi sınavına girecek.

Şimdilik en önemli soru şu: Yarın aya ilk pedal basan adam kim olacak? O her kim olacaksa, kendisi için epey büyük bir adım atacak.

Coldplay sarı rengi hakkındaki şu meşhur şarkısını çoğunuz biliyordur. Bilmeyenler için birkaç satırla ufak bir özetini yapalım:

Look at the stars
Look how they shine for you
And everything you do
They're all yellow.

Sagan ve Cannondale dün bu şarkının "Green" versiyonunu bütün pelotona ve bizlere tam 110 km boyunca dinletti. Hep aldığı desteğin azlığından dem vurulurdu Peter Sagan'ın. Cannondale, iki yıla yakındır dillendirilen bu eleştirilerin hepsini tek etapla yere çarptı. Bu uzun ve hummalı çalışmanın tek sebebi vardı: Peter Sagan'ın birkaç gündür giydiği yeşil mayoyu orada tutmak. Peki, işler nasıl oldu bu noktaya geldi? Yeşil mayonun kaderi nasıl oldu da bu bir tek etaba böylesine düğümlendi? 2013 Tour'un halen yarım da olsa sonu ufukta gözükmeye başlayan yeşil mayo hikayesini için okumaya devam edin.

Aslında hikayenin başladığı an, ASO'nun 2013 Tour parkurunu açıklamasıyla gelmişti. Pescheux yönetimindeki ekip, Tour'un 100. kez yapılmasının şerefine çok sert bir parkuru yarışa uygun görmüştü. Sert tırmanış etaplarından önce gelen "düz" etaplar bile sprint trenleri ve liderleri için pek "düz" ve kolay sayılmazdı. Yarışla ilgili aşağı yukarı tüm öngörüler Sagan'ın bu parkurdan avantaj çıkaracağını söylüyordu. Biraz şans, biraz şanssızlık ve biraz da taktikle, Sagan avantajdan çok daha fazlasını çıkardı: Son etap hariç kalan üç düz etap öncesinde, 2013 yeşilinin tescilli sahibi olmaması için hiçbir sebep kalmadı.

Korsika'da başlayan yeşil mayo ve Tour mücadelesinin ilk etabı, Orica - GreenEdge otobüsü ve ASO'nun skandal finiş kararıyla bir katliama dönüştü. İlk etaptan sarı mayo ve bol bol puan bekleyen en önemli üç sprinterin üçü de ya bisikletinin ya da kazaların azizliğiyle yolda kaldı. Sarı mayo ve en önemli puanlar Marcel Kittel'e, geriye kalanlar da rekabetin daha sonraki evresinde önemi kalmayacak isimlere gitti. Kısacası, Cavendish ve Greipel için en uygun etaplardan biri hiçbir kazanç getirmeden geçmişte kaldı. Onlar için tek olumlu taraf, Sagan'ın kazada kalıp bu fırsattan yararlanamamış olmasıydı.
Ama sonraki etaplar da sorunlar çıkmadı değil: En önemli sorun, giderek artan tırmanış sayısı ve zorluğuydu.  Ne Cavendish ne de Greipel dördüncü seviye üstü tırmanışları alabilecek bacaklara sahip değildi. Sprint takımları da yokuş alan tırmanışçılardan değil, düz yolda hız yapan rulörlerden oluşuyordu. Jan Bakelants'ın kazanıp sarı mayoyu devraldığı ikinci etapta bu faktörün etkisi açıkça gözüktü. Sagan ve ekibi önde sprint kovalarken, Cavendish ve Greipel arkada etabı bitirmeyi başarmak için pedal basıyordu. Bu kez de tek teselli Sagan'ın etabı birinci değil ikinci bitirmiş olmasıydı.
Sprinterlerin belalısı haline gelen Korsika adasındaki son etap da bir önceki orta seviye dağlıktı. Yani Manx Missile ve pelotonun Alman gorili yine pek yarışıyor denemezdi. Sadece etabı bitireceklerdi. İkisinin de şansı yine biraz olsun yanındaydı. Sagan yine birinci değil ikinci olmuştu. Ama ikinciye de hatırı sayılır bir puan veriliyordu ve ikilinin iki etaptır bitişlerden çıkardığı puan sayısı bir bile değildi. Şansları, felakete dönüşüyor gibiydi. Slovakyalı Tourminator yavaş yavaş farkı açmaya başlıyordu. Greipel'le Cavendish acilen bir hamle yapmak zorundaydı, yoksa genç adam, 23 yaşında üst üste ikinci kez yeşil mayoya doğru pedallamaktaydı.
Sonraki iki etap, iki isimden gelen iki etap zaferiyle sonlandı. Önce İngiliz, sonra Alman sprinter takım trenlerinin tam manasıyla ortalığı kırıp geçirdiği iki etap sonuyla rahat rahat sprint bitişini kazandı. Ama birbirlerinin önünü de kesmişlerdi. İçlerinden birini yeşil mayo için çok iddialı hale getirebilecek 90 puan, 45'er puan olarak ikisine dağılıp Sagan'ın ekmeğine yağ sürmüştü.  Yine,  başka küçük bir sorun vardı: Sagan her iki etapta da podyumda kalmış, yine çok önemli puanları hanesine yazdırıp açtığı farkı korumuştu. Yeşil mayo, etap kazananlara verilen mayo değil, etapları en önde bitirip en çok puanları toplayana verilen mayoydu. Ve Sagan, daha etap kazanamamış olsa da etapları önde bitirme konusunda pelotondaki en yetkin isim olduğunu dört farklı etapta göstermişti. Daha hiç etap zaferi alamamıştı ama kaza yaptığı ilk etap ve takım zamana karşısı olarak yapılan dördüncü etap hariç her etabı podyumda bitirmişti.
Bugün koşulacak tırmanış etabı öncesi, yeşil mayo için büyük avantaj sağlama fırsatı Montpeiller'den Albi'ye doğru seyreden yedinci etaptı. Art arda dizilmiş orta seviye tırmanışlar, sprint takımlarını dağıtabilirdi ve onlar dağıldığı zaman, Sagan sprint konusunda rakipsizdi. Cannondale bu fırsatı çok iyi gördü ve çok iyi kullandı. 205 km'lik etabın 110 km'sinde önde Cannondale'in yemyeşil trenini tempoyu arttırırken gördük. Lotto Belisol ve OPQS trenleri iki dakika geride yokuşu geçmek için çırpınırken, Cannondale geçen seneki Sky'ı hatırlatan bir disiplin ve istikrarla farkı arttırdı ve 30 km kala geridekilerin pes etmesiyle "oyunu" kazandı. Geriye etabı kazanmak kalmıştı. Son kilometreye Sagan dahil üç yarışçıyla girerek pillerinin her şeye yettiğini ispatladılar. Yeşiller, büyük hedefine ulaşmıştı. Günün sonunda, Sagan 65 puanla sprint puanlarında "full çekerken" Cavendish ve Greipel koca bir hiçle takım otobüslerine dönüyordu.
Sonuç? Peter Sagan, 94 puanla yeşil mayo klasmanının açık ara lideri. Bugün ve yarın koşulacak tırmanış etaplarını treniyle ve yeteneğiyle en az yorularak geçecek sprinter. Ayrıca hala koşulacak dört düz etabı kazanmaması ya da yine podyumda bitirmemesi için hiçbir sebep yok. Cavendish ve Greipel ya rakiplerinin başına gelecek bir felaket için dua edecek ya da kalan düz etaplarda tulum çıkaracak. Her iki ihtimalde de yeşil mayoyu kazanma şansları bugünkünden çok da fazla değil.

İlk yazı için baştaki dört etapta olanları madde madde değerlendireceğiz:

- İlk günle girelim. Ana haber bültenlerine bile çıktı. Avustralyalı takım Orica-Greenedge'in otobüsü sona 10 km kala bitişi tıkadı. Yarış bitişi üç dakika içinde iki kez değişti, ortalık yangın yerine döndü. Pelotonda selesinin üstünde kalan adam gibi tek sprinter, genç Marcel Kittel, etabı kazanarak sarı mayoyla podyuma çıktı. Sonraki etapta Korsika'nın ufak ama sarp tırmanışlarına ve zikzaklı yollarına dayanamayıp mayoyu kaptırsa da Alman yarışçı için unutulmaz iki gün olduğu kesin.

- Pelotonda ilk etabı kıçı yere değmeden bitiren çok az isim olduğu için sakatlar da bol. En ciddi sakatlık, Omega Pharma - QuickStep'in zamana karşı motoru Tony Martin'de. Beyin sarsıntısı geçirdi. Ama Alman teknolojisi gerçekten dayanıklı, adam çok dirayetli çıktı. Hala yarışıyor. Sky da parkurun düz kısımlarında en güvendiği isim olan Geraint Thomas'ı kazalara kurban verdi. Galli'nin kalçasında ciddi bir sakatlık var. Pelvisindeki sakatlık yüzünden bisiklet üstündeki konumunu bulmakta zorlanıyor. Sanırım o da hemşehrisi Oburiks'in kazanına düşmüş. Üç etaptır bir şekilde dayanıyor. Bunlar dışında kaza yüzünden ciddi sakatlık yok ama pek çok yarışçının ufak sıkıntıları var. Astana'nın tecrübeli isimlerinden, Fuglsang'ın güvendiği Kazaklar'dan Kashechkin midesindeki bir sorun yüzünden yarıştan çekildi. Etkisi ileride hissedilebilir. 

- Sakatlıklardan gelelim ikinci etaba. Genel parkurun sertliğine yakışır biçimde mesaj verdiğini yazmıştım ikinci günün. O mesaj alınmıştır sanırım. Sagan hariç ne kadar sprinter varsa gezinti temposunda zor geldi bitişe. Etap ve sarı mayo Radioshack'li Jan Bakelants'a gitti. Kendisi sadece hülleciydi tabi mayo için. Yine de pelotondaki sempatik ve çalışkan bir karakterin sarı mayo aldığını görmek güzeldi.

- Sonraki gün daha da ilginçti. Radioshack, kendilerini iki senedir pek ciddiye almayan ben gibilere inat, pelotonun temposunu çok güzel belirledi. Kaçışları güzel güzel topladı. Etap biraz beklenmedik bir biçimde, sprintle Orica-Greenedge'li Simon Gerrans'a gitti. Peter Sagan'ın üst üste ikinci kez ikinci olması ilginçti. Sprintteki patlayıcılığının azalması tırmanışlar için kaybettiği kilolara ve ilk etaptaki kazaya bağlanabilir. İlk durum için biraz eleştiriler oldu ama o kiloları kaybetmese önceki tırmanışları böyle geçemeyeceği de unutulmamalı. Üst üste iki ikincilik ona hedeflediği yeşil mayoyu da getirdiğine göre Slovakyalı'nın önemli bir sorunu yok. Geriye baktığında iki etap birinciliği fazla görmek daha hoş olurdu yine de.

- İlk üç gün, genel klasman adına ilginç bir durum yoktu. İlk gün Contador'un kazadan etkilenmesi biraz heyecanlandırdı ama sonradan önemsiz olduğu ortaya çıktı. Üçüncü gün, Froome inişte kendi başının çaresine baktı, hoştu. Cadel Evans, lider seçilmesinin hakkını verircesine yarıştı ilk üç gün. Bitişlerde hep oradaydı. En önemli gelişme, Europcar'ın lideri Rolland'ın rotasını tırmanış mayosuna çevirmesiydi. Ama çok inanmamak da lazım. Europcar bu tür akıl oyunlarını sever. Kaçarken rahat bırakılmak için pelotona böyle bir mesaj veriyor olabilirler.

- Bugün takım zamana karşı etabı geride kaldı. İlk etaptan beri süren(!) Orica-Greenedge'in önlenemez yükselişi devam ediyor. Takım olarak en iyi zamanı ve Tour tarihinin en yüksek ortalama hızını yaptılar. Önceki gün sprintte etap zaferi getiren klasikçileri Simon Gerrans'a sarı mayoyu hediye ettiler. Sekizinci güne kadar parkur dişlerine göre, olağan dışı bir şey olmazsa o zamana kadar Avustralyalılar sarı mayoya bekçilik edecekler. Sprint treni sağlam bir takımın sarıyı giymesi diğerleri için de avantaj olacaktır. Tırmanışçılar boşa enerji yakmayacak, sprint takımlarının yardımlaşması kolaylaşacak. Kaç gündür gelmeyen sprint bitişlerini göreceğiz artık umarım.

- Son olarak, genel klasmanda geride kalması bir şekilde sürpriz sayılabilecek isimlerden bahsedeceğim ve bundan sonra artık yarışın kaostan uzak kısmına odaklanacağız: Vacansoleil'in tek umudu De Gendt, ikinci etaptan beri tırmanışlarda inim inim inliyor. Hollanda şampiyonu Hoogerland kariyer geleneğini sürdürerek kazalardan kafasını kaldıramıyor. Ufak bir çıkış yapar mı diye bekledikleri Westra da şimdiden yirmi dakika yedi. Vacansoleil'in hali ne olacak bilinmez. Orica'nın ufak da olsa beyaz mayo umutları beslediği Meyer de şimdiden sağlam bir fark yedi. Artık tamamen gün gün bakacaklardır. Cofidis'in üç genel klasman umudundan biri Taaramae de giriş aşamasındaki tırmanışlarda sınıfta kalanlardan. Blanco'nun narin lideri Gesink de sadece Tour bitirmek için burada olduğunu belli etti. Önemli klasman adaylarından birinin kaybı olmadı kısacası. Takım zamana karşı, beklendiği gibi, kimseye belirgin bir avantaj sağlamadan geride kaldı.

İlk günlerde yeşil mayo için beklenen savaşı göremedik bitişlerde. Sarı mayo mücadelesinin resmi açılışı gelse de gerçek açılış için hala var. Kaza, sansasyon, sürpriz yerine "gerçek yarış" izlediğimiz günlerde detaylı etap incelemeleri burada olacak. Herkese iyi seyirler!

Tour Öncesi #2: Parkur

Tek bir şey olabilir bu yılki Tour'la ilgili söylenebilecek, onu da Cüneyt Arkın yıllar evvel söylemiş zaten.

"Kan akacak... Kan akacak... Vahşi kan akacak.... Kan... Kan..."

Geçen yıl, (içinde benim de bulunduğum) bazıları tarafından Tour'u bireysel zamana karşıların kaderine teslim etmekle suçlanan ASO, bu yıl ne kadar çılgın tırmanış varsa hepsini koymuş parkura. Yine, önemli zamana karşılar var ama bu kez, program çok daha dengeli. Bütün yarış hakkında fikriniz olması için her etapla ilgili birkaç kelime edeceğim ama söylediklerimin önemli bir bölümünde yanılsam şaşırmam. Hem tecrübe eksiği çok bir bisiklet izleyicisi olduğumdan, hem de parkurlar birçok şeyi ele veriyor gibi gözükse de yarışın gidişatı akıl almaz şeylere sebep olabildiğinden... Özellikle, 2013 Giro'yu takip etmiş olanlar, bunun ne demek olduğunu çok iyi anlayacaktır. En büyük sürpriz, inanılmaz bir rekabete tanıklık etmememiz olacaktır.

Birinci Gün - 29 Haziran: Porto-Vecchio - Bastia 




Tour tarihinde ilk kez Korsika'da olacak. Tipik bir ısınma günü. Neredeyse deniz seviyesinde koşulacak olması biraz ilginç olabilir. Başlarda ufak bir tırmanış söz konusu. Devamında da ufak ufak tepelerle sürüyor. Pelotonun ense yapmasını önlemek için ikinci yüz kilometrenin başında bir sprint kapısı var. Yeşil mayo iddialılarının bu etap hakkındaki tavırları rekabetin "sıcaklığı" açısından işaretler verecektir. Tabi, bir de sarı mayoyu bir süre taşıyacak olma keyfi söz konusu ki, kim istemez?

İkinci Gün - 30 Haziran: Bastia - Ajaccio



Korsika'da ikinci gün. Ortalama seviye tırmanışlarla irtifa bariz bir şekilde yükseliyor. Parkur, ikinci günden mesajı veriyor. Aralıklarla yerleştirilmiş orta seviye tırmanışlar tek günlük yarışları anımsatıyor, Tour'a domestikliğe gelmiş klasikçilerin ilgisini çekecektir. Cavendish ve ekibi tırmanışlar sonrası inisiyatif alabilir. İlk gün kaybetmiş bir Sagan'ın yaralarını sarması için de ideal gözüküyor. Sondaki ufak tırmanışı geçip zamana karşı modunu açmak isteyenler için de ortam müsait. Peloton içindeki rekabeti körükleyecek güzel bir etap.

Üçüncü Gün - 1 Temmuz: Ajaccio - Calvi


Tour, Korsika'yı terk etmeden önce Belçika yöresinden bir havayla selam veriyor. İrili ufaklı tırmanışlar, tepeler ve genel olarak kırıklı parkur yapısı, oraların klasiklerini hatırlatıyor. Yine klasikçilerin ve Sagan'ın seveceği bir parkur var anlayacağınız. Zaman zaman denize nazır bir etap olacağından rüzgarın etkisi hissedilebilir. İnişle vites artıran peloton, kaçakları düzlükte de yakalayabilir. Bu da ikinci etap gibi, pek çok olasılığa açık.

Dördüncü Gün - 2 Temmuz: Nice - Nice (Takım Zamana Karşı)




Tour, ana vatanının  yol bisikletine alışkın, ferah Akdeniz kentinde geçit yapıyor. Hiç tırmanış olmaması, tüm kadrosu tırmanış almakta güçlü olmayan takımlar için güzel. Hem parkurun kısalığı hem de belirgin ya da gizli bir zorluk içermemesi, önceki iki günde geçilen ortalama tırmanışlar sonrası ufak bir mola hissiyatı uyandırıyor. Yine de; terslik yaşamamak, takım zamanı almak için gereken beş kişilik ekiple çizgiyi görmek önemli.

Beşinci Gün - 3 Temmuz: Cagnes-Sur-Mer - Marseille


TTT sonrası, yeşil mayo öyküsüne keskin bir dönüş. Ufak bir tırmanış sonuna konmuş sprint kapısı, Sagan'ın gürbüz cüssesini görmemizi sağlayabilir. Üst üste ufak tefek tırmanışlar ve küçük tepeler görüyoruz. Kaçakları cesaretlendirebilir. OPQS istediği sonuçları alamadan gelirse, uzun soluklu etabın ritmine hakim olup sprint izletebilir. Sprint günleri açıldığına göre Greipel ve Lotto-Belisol'ü de unutmamak lazım.

Altıncı Gün - 4 Temmuz: Aix-en'Provence - Montpeiller


Fransa'nın biraz daha az ünlü ama bir o kadar güzel iki küçük güney kenti arasında sprint günü. Kıyı çok yakın olmasa da deniz havasını hissedebilecek yarışçılar. Yine ufak bir tırmanışın oralara konmuş bir sprint kapısı var. Sprint günü olmazsa ve Cavendish kazanmazsa şaşırırım.

Yedinci Gün - 5 Temmuz: Montpeiller - Albi


İsviçre çakısı gibi bir etapla karşı karşıyayız. Yarından itibaren mesaiye başlayacak tırmanışçılara antrenman için ufak ve ortalama yokuşlar, sprint ekiplerinin iştahını kabartacak inişe konuşlandırılmış bir puan kapısı, devamında da kısa bir süre için yeşil mayonun kaderini mühürleyecek bir mesafe. Hafif hafif gerilim yükselmeye başlıyor. Tour'un ilk haftası bitiyor, meydan genel klasmancılara açılmaya başlıyor.

Sekizinci Gün - 6 Temmuz: Casters - Ax 3 Domanies


Pireneler'le birlikte yükseklik gerçekten artıyor. Nasıl ama? 2013 Tour'un ilk dağ etabı karşınızda. Tırmanışlar öncesindeki uzun düzlük, iyi bir hazırlık mesafesi tanıyor. Sonra, Col de Pailheres başlıyor: 2013 Tour'un ilk "gerçek" tırmanışı. Kaç gündür ısınan ve kazalardan korunmaya uğraşan sarı mayo gönüllülerinin bacakları açma vakti. Kategori dışı Pailheres'in ardından bir iniş ve coşkulu bir son misali başlayan zirve bitişi. Son bir buçuk kilometredeki o ufacık düzlük, yüzüncü Tour'un ilk tırmanış etabını kazanmak isteyenler için, kutlama anları da kramp anları da olabilir. İspanyol tırmanışçılara dikkat, Pireneler'i iyi bilirler. Sprintçiler uyuyakalmasın diye araya bir sprint kapısı kondurduklarını da ekleyelim.

Dokuzuncu Gün - 7 Temmuz: Saint-Girons - Bagneres-de-Bigore


Gaza basıyoruz. Dün, sonda iki sert tırmanışla ufak bir patlayıcılık sözlüsü yapan yokuşlar; bugün, üst üste dört birinci kategori tırmanışla dayanıklılık testine başlıyor. Benekli mayo için önemli puanlar dağıtılırken, güçlü rakipleri gözden kaybetmemek büyük önem taşıyor. Pelotona hakim olmak veya zaman çalmak için doğru stratejiyi bulmak ve uygulamak çok önemli. Kolayca kontrol kaybedilebilir, doğru anda yapılan bir hamle çok şey kazandırabilir.  Ayrıca, yarışa "yüzüncü Tour'dan eksik kalmayalım," şiarıyla gelmiş olan varsa bu dörtlüden birinde önce ağırlaşacak, sonra uzaklaşacak ve en son gözden kaybolacaktır. Etabın galibi ise sadece dört yokuşta hayatta kalan değil, son inişi en önde alan olacak.  Daha da önemlisi, plan yeşil mayoya kesip duraklatmadan önce, sarı mayo yarışının havasını belirleyecek bu yokuşlar.

Onuncu Gün - 9 Temmuz: Saint-Gildas-des-Bois - Saint-Malo


Dinlenme gününden sonra, iki gün önce görevini yapan tırmanışçılar tekrar geriye çekiliyor ve ortam yeşil mayo yarışına daha uygun hale geliyor. Sona doğru irili ufaklı tepelerin azalması, sprinterlere bir mesaj veriyor gibi. Madem ki dinlendiniz, o zaman güzel bir sprint hakkımızdır demeye getiriyor, ASO.

On Birinci Gün - 10 Temmuz: Avranches - Mon-Saint-Michel


İki zamana karşı etabından ilki. Yarışın son dört günü, üç canavar etap bulunduğu için enerjiyi idareli kullanmak, lider olmak kadar verimli olmak önemli. Cancellara da yokken Tony Martin rahat bir zafer çıkarır, OPQS Tour zaferlerine bir yenisini ekler. Genel klasman iddialılarının tedbiri elden bırakmaması, hoş olmayan bir sürpriz yaşamamaları için elzem.

On İkinci Gün - 11 Temmuz: Fougeres - Tours

Yeşil mayo isteyenleri bir görebilir miyim? Bu etabın olayı tamamen bu. Birbirine yakın bir rekabet varsa ara kapıya doğru kaçış grubuna katılan Sagan'ı kovalayan bir OPQS hayal ediyorum. Çok keyifli olurdu. Sprint ekiplerinin bacaklarındaki son güce kadar zorlayacakları, kaçışçıların pek hayalperest olmamaları gereken etaplar başlıyor. Bundan sonraki iki etapla beraber, Champs-Elysees'ye kadar sprinterlerin bütün cephanelerini dökeceği günler geliyor.

On Üçüncü Gün - 12 Temmuz: Tours - Saint-Amand-Monrond


On Dördüncü Gün - 13 Temmuz: Saint-Pourçain-sur-Sioule - Lyon

Bol inişli çıkışlı ama dik olmayan bir etap. Tam Sagan'ın dişine göre... Dikkat ettiyseniz yine "sinyaller" geliyor. Ve, en önemlisi, yeşil mayo sahibi büyük olasılıkla netleşmiş olacak bu etapla beraber. Tabii ki birisinin kazanmasının ilanı son etaba kadar bekleyecek ama Tour'un servisinde bundan sonra, sprinterlerin dişine göre bir lokma yok. Bundan sonra aşağı yukarı her şey sarı mayoyla ilgili olacak.

On Beşinci Gün - 14 Temmuz: Givors - Mont-Ventoux

Çok uzun bir etap, yılın en uzunu. Üçüncü ve dördüncü dereceden ufak tırmanışlar ve sonda dağdan bir duvar. Tırmanış sırasında  irtifa 1500 metreden fazla artacak, ortalama eğim bu sırada çoğunlukla %8 ve %11 civarı arasında seyredecek. Gösterişli galibiyetleri, rakiplerini ekarte etmeyi, silkelemeyi sevdiğini bu sezon pek çok kez gösteren Froome, stratejik bir numarası yoksa burada çapını gösterebilir. Eğer kaçaklar zincirlerini koparmayı başaramazsa çok önemli bir tırmanış haline gelebilir bu etap.  Açıkçası, hakkında tahmin veya analiz yapmak pek istemediğim bir etap, çünkü şu grafik bile iştahımı kabartıyor. Gel 14 Temmuz gel!

On Altıncı Gün - 16 Temmuz: Vaison-la-Romaine - Gap

Dengeleri değiştirebilecek bir etap. Mont Ventoux yokuşuna çarptıktan sonra verilen bir günlük aranın ardından, genel klasman iddialılarının önlerini daha net görme ve şu veya bu sebepten kaybettikleri zamanları geri almak için saldırma imkanları var. Ama yine de basit sayılmaz. Doğru anda doğru stratejiyle yola çıkmak önemli, yoksa ava giderken av da olunabilir.

On Yedinci Gün - 17 Temmuz: Embrun - Chorges (Bireysel Zamana Karşı)


Gözünüze çok zor görünmediğinin farkındayım ama kazın ayağı öyle değil. On yedinci günde tansiyon   hat safhada olacak. Çünkü yarışın asıl yarış olacağı yere, Alpe-d'Huez'e doğru atılan son adım, bu zamana karşı. Bu gün gelen talihsiz bir dikkatsizlik, yaşanan bir formsuzluk, bir teknik aksaklık, on altı gündür doldurduğunuz bir çuval inciri berbat edebilir. Hata lüksünüzün kalmadığı bir etap. Start verildiği anda mümkün olan en iyisi için pedallamalı ve bir an bile tereddüt etmemelisiniz. Aksi halde sonuçlar ağır olabilir.

On Sekizinci Gün - 18 Temmuz: Gap - Alpe-d'Huez


Artık işin şakası, sinyali, hazırlığı yok. Tour tarihinin en önemli tırmanışlarından biri olan Alpe-d'Huez, ilk kez iki kere tırmanılacak. Sarı mayo kimdeyse çok zor bir gün geçirecek, ona şüphe yok. Sizi bilmem ama ben hazırlığımı yapıp ekran karşısında havai fişeklerin patlamasını bekleyeceğim. Bu yılın bol tırmanışlı ve heyecanlı menüsünde bile sivriliyor. Çok heyecanlı olacak.

On Dokuzuncu Gün - 19 Temmuz: Bourg-d'Oisans - Le Grand-Bornand


Alpe-d'Huez'i iki kere tırmandık diye hikaye bitti mi sandınız? Aksine, daha yeni başlıyorduk. Tour'un yüzüncü yarışının şampiyonu olmak öyle kolay olacak şey değil. Dün iki bin metreden yapılan iniş sonrası etap sonunda tekrar çıkılan Alpe-d'Huez'in ardından, gün, üst üste iki kategori dışı tırmanışla açılıp ardından üç üst seviye tırmanışla bitiyor. Benekli mayoyu isteyen cengaverin boy göstermesini bekliyorum. Çok büyük bir dayanıklılık ve cesaret gerektiren bir etap, dünkü gibi zirve bitişi olmasa da son gün öncesi kimin ayakta kaldığını, ne kadar güçlü olduğunu herkese gösterecek. Yerinde bir hamle pelotonla önemli bir fark açmanızı da sağlayabilir.

Yirminci Gün - 20 Temmuz: Annecy - Annecy-Semnoz   

Kan akacak demiştim. Tırmanışlar silsilesi halindeki on dokuz gün geçtikten sonra bile aşılması gereken dağlar var. Sarı mayo önceki günlerde muazzam bir performansla, farkı o dağların bile üstüne koymadıysa, son şans. Kısa parkur mesafesi atak yaparak zaman çalmak isteyenlere avantaj olabilir. Pelotonun en dayanıklı bölümünün bile suyu çıkmış olacaktır ama zafer için ne başka zaman ne başka fırsat olacak. Yakın geçen bir sarı mayo yarışının kaderi, sondaki çok çok sert yokuşun insafına kalırsa seyrine doyum olmaz. Yok, sarı mayonun kaderi aşağı yukarı belli olduysa benekli mayo fırsatı ya da, en azından, yüzüncü Tour'da son zirve bitişini en önde bitirme gururu ortalığı birbirine katacaktır.

Yirmi Birinci Gün - 21 Temmuz: Versailles - Paris Champs-Elysees 

Ve, büyük son. Tarihi Versailles Şatosu'ndan yola çıkacak peloton ve akşam 10 civarı Paris sokaklarında olacak. Böyle epik bir parkura, böyle sinematik bir son yakışır: Işıklar, akşam, Paris ve sprint heyecanı. Yeşil mayo kimde olursa olsun bu etabı kazanmanın tadı bambaşka olacaktır. Durgun bir heyecan vaat eden sert tırmanışlar sonrasında tam bir heyecan fırtınasıyla hikaye sonlanıyor.

Çok sert, dengeli ve yarışçılardan birçok şeyi aynı anda fazlasıyla talep eden bir parkurla karşı karşıyayız. Yazıyı yazarken daha net tespitler yapabilmek adına geçen yılın parkuruna bakarak ilerledim: 2012 Tour'un sıkıcı geçmesine dair şaşkınlığım daha da azaldı. Yarış dediğin böyle olur. Kaçırmayın!

Blogroll

Katkıda bulunanlar

About