En uzun yarış profili.
Takvimin en uzun yarışına, muhtemelen uzun olacak bir yazı gider. O yüzden 1907 yılının Nisan ayına uzanmadan insanı ikilemde bırakan isim hadisesine kısa bir açıklık getiremeyelim; Sanremo mu San Remo mu? Poggio’ya gelindiğini belirten o sade tabelada ayrı yazılıyor. Şehre dair birkaç karede daha ayrı görülüyor ama Gazzetta ve başka başka yerlerde birleşik yazıldığı da oluyor. Hal böyle olunca “ikisi de olur” demekten başka çare kalmıyor.

Poggio.
Sezonun ilk Monument’i olan Milan-San Remo, UCI’ın 260km’lik etap limitinin üzerindeki tek yarış ve sezonun da en uzun yarışı; 298km. Takvimdeki dört kardeşiyle kıyasladığımız zaman Milan-Sanremo’nun diğer farklılığı da ortaya çıkıyor; Paris-Roubaix’de en güçlü klasikçileri, Lombardia ya da Liege’de ise tırmanış karakterli isimleri ön planda görürken Sanremo klasikçisinden, sprinterine her telden bisikletçiyi favoriler listesine koymamıza imkan sağlıyor. Cavendish’i Boonen ve Cancellara gibi iki muhteşem klasikçinin yanında favori olarak söyleyebiliyoruz.
Artık Paris’ten başlamayan Paris-Roubaix ve Liege’de bitmeyen Liege-Bastogne-Liege’in aksine adının hakkını verip Milano’nun göbeğinden start alır her zaman. Milano’nun arnavut kaldırımlı ara yollardan başlayan yolculuğun 134km’sinde Po Vadisi’nin düzlüklerinde, pirinç tarlalarının yanında seyrediyor bisikletçiler. Erken kaçış denemelerinin haricinde peloton, termal giysilerin altında kâh bir şeyler atıştırarak kâh gündemi tartışarak, fırsat oldukça ihtiyaç molası için kenara çekerek geçiriyor. Görece aksiyonsuz olsa da ilk bölümler, domestiklere büyük iş düşüyor; takım liderlerine yemek servisi, yağmurluk ulaştırma, vadinin ve mevsimin sert rüzgarlarından korumak gibi. 

Favoriler öğlen yemeklerini yerken wildcard ekipleri pelotonun önünde yer alıp biraz adlarından söz ettirebilmek için küçük kaçışlar deniyor. Yarışın orta noktasına geldiğimizde işler biraz kızışmaya başlıyor; Passo del Turchino. Sanremo’nun Poggio’yla birlikte en karakteristik sembollerinden biri olan tünel bölgesinde atak yapacak isimler niyetlerini ufak ufak belli etmeye, pelotonda küçük elenmeler başlıyor. Milan-Sanremo, sprinterlerin zafer kovaladığı tek klasik olmasından dolayı Passo del Turchino, klasikçilerin sprinterleri yormak için kadansı artırdıkları kritik noktalardan biri haline geliyor. İnişi tamamlayıp Akdeniz kıyılarına ulaştıktan sonra 50km’lik bir düzlük karşılıyor grubu. Düzlük diye rehavete kapılmanın hiç de sırası değil çünkü ilk kez 2009 yılında parkura eklenen La Manie tırmanışı var bu düzlüğün sonunda; geçen sene Cavendish’in ipin ucunu kaçırıp arkalara düştüğü nokta. Yarışın bitimine daha 90km varken bu 4km’lik tırmanış, sprinterleri silkelemek adına yine önemli bir nokta. Zaten RCS de sprinter dominasyonunun önüne geçmek adına ekledi La Manie’yi parkura; 2011’de Freire’nin geçen sene de Cavendish’in önüne geçtiği kesin. Ortalama %6.7’lik eğime sahip La Manie’nin inişi de tırmanışı kadar kritik, oldukça teknik.

La Manie inilip tekrar deniz kenarına dönüğümüz zaman da soluklanmaya vakit yok, peloton tam gaz yoluna devam ediyor. Geride kalanlar pelotona yetişmeye çalışırken ana grup, Capo Mele, Capo Cervo ve Capo Berta’daki minik eğimlerde kadansı ürkütücü noktalara çekiyor. 22km kala yarışın iki simgesinden birine, Cipressa tırmanışı var. Maksimum %9 olmak üzere ortalama %4’lük eğime sahip 5,6km’lik tırmanış ilk bakışta ürkütücü gözükmese de unutmamak lazım; Cipressa’ya varabilmek için 275km geride bırakmış oluyor peloton. Burada favorilerden ziyade kurmaylarının ataklarına şahit olabiliriz, çıkışta silkeleyip yine teknik olan bir inişle Poggio’da liderleri için hazır bulunmak isteyenler olacaktır.
Son 30km. Cipressa'dan Poggio'ya.
Dananın kuyruğunun kopacağı yer ise son 10km içerisinde; Poggio. Maksimum %8, ortalama %3.7lik eğimi ve 3.7km’lik uzunluğuyla Poggio, klasikçiler için sprinterlere Sanremo’nun kaç bucak olduğunu göstermeye çalışacakları, zafere giden son atağı yapacakları nokta. Yine oldukça teknik bir inişten sonra son Lungomare Italo Calvino’daki finishe giden 2.9km’lik düzlükte akla kara belli olacak. Yarış Freire’nin kazandığı 2007 senesine kadar Via Roma’da bitiyordu ancak 2008’deki yol çalışmaları ve çevre esnafın yoğun işleri dolayısıyla Lungomare Italo Calvino’ya taşındı. Bir Italo Calvino-sever olarak benim için, 298km’yi onun adıyla noktalamak çok daha güzel.

Hava koşulları yine kötü; Tirreno-Adriatico’da yumuşak koşullar bekleyen bisikletçileri felaket bir hava karşılamış ve 60’tan fazla isim abandone olmuştu. Belki de en zor Tirreno-Adriatico’lardan birini geride bıraktık ve İtalya’da havalar düzeleceğe benzemiyor. Zaten Sanremo her zaman yağmurun ve sisin yarışı olmuştur, ilk yıllarında 63 katılımcıdan yalnızca 4 tanesinin güç bela bisikletlerini sırtlarına taşıyarak bitirebildiği bir gün vardır. Rüzgarın nereden estiği kaçışlarda çok önemli olacak; kuyruk rüzgarını ardına alan bir Sagan’ı kim tutabilir?

Hazır Sagan demişken 300km’nin sonunda kimleri ön saflarda bekliyoruz ondan bahsedelim kısaca. Sağır sultan duymuştur artık bu Slovak delinin yaptıklarını. Geçen sezona girmesek bile şu son iki haftada yaptıkları Sagan’ı en büyük favori olarak göstermeye yeter de artar bile. Strade Bianche’de takım arkadaşı Moreno Moser’in ardından ikinci geldi, Tirreno-Adriatico’da iki muazzam ve iki çok farklı zafer elde etti; önce toplu sprint finishinde Cavendish ve Greipel’e tozunu yutturdu, sonra gitti Joaquim Rodriguez ve Vincenzo Nibali’nin peşinden inanılmaz sert olan Sant’Elpidio a Mare’yi tırmandı ve o felaket hava koşullarında, o zorlu inişte Nibali gibi bir iniş ustasını geride bıraktı. Kesinlikle çok güçlü, çok formda. İster sprint finishi olsun, ister Poggio’da atak, birileri Milan-Sanremo’yu kazanmak istiyorsa önce Sagan’la uğraşması gerekecek.

Cancellara. 2012’de hatırladıkça hala içimi sızlatan Ronde’deki kazasıyla köprücük kemiğini kırıp klasikler sezonunu es geçmek zorunda kalmıştı Spartacus. Şimdi ise iyileşti ve geri dönüşünü tescillemek istiyor. Sanırım çok zamandır ilk defa birinci favori olarak gösterilmiyor Cancellara ve bu onda çok farklı bir motivasyon oluşturabilir. Cancellara’yı unutmak gafletine düşülemez.

Gilbert. Akıl almaz 2011 sezonunun ardından geçen sezonu beklentilerin altında geçiren Ardennes Kralı bu sezon tekrar eski formuna dönme sinyalleri veriyor. İş Lungomare Italo Calvino’ya kalırsa Gilbert’in şansı olmayacaktır ama Poggio’da fark ettirmeden sıvışabilirse, yarışı tamamlayacak gücü var.

Nibali. Üst üste ikinci kez Tirreno’yu kazanan Messina Köpekbalığı da iyi durumda. Her ne kadar Sant’Elpidio a Mare’nin inişinde Sagan’a geçilse de morali de formu da yüksek. Cipressa’nın da Poggio’nun da inişleri oldukça teknik, doğru bir zamanlamayla başarabilir, neden olmasın?

Edvald Boasson Hagen, geçen senenin şampiyonu Simon Gerrans, Mark Cavendish, Tom Boonen, Thor Hushovd, Sylvain Chavanel gibi daha pek çok formda ve iddialı isim sayabiliriz. Ama ben açıkçası bir aksilik olmadığı sürece Cancellara ve Sagan arasında geçecek bir yarış bekliyorum. Sagan ve Cannondale sevgime rağmen Spartacus sona kadar gelirse, gönlüm ondan yana olacaktır.

Tirreno sona ereli birkaç gün oldu, Paris-Nice'i Richie Porte alalı günler geçti. Başka bir deyişle bisiklet sezonunun gayri resmi ama gerçek başlangıcı sona erdi. Nibali'nin muhteşem çıkışı olmasa 2013'ün Sky siyahının egemenliği altında geçeceği umutsuzluğuna tamamen kapılacaktım ama sağolsun Nibali, Sagan ve Rodriguez'den oluşan güneyli ekip Britanyalı pedal makinelerinin suyunu kaynatmayı başardı. Nice'teyse Porte akıllıca aldığı liderliği vermedi ve İtalya'da aldığı beyaz mayodan sonra kariyerinin en önemli ikinci zaferini yaşadı. Milano-San Remo öncesi konuşulması gereken satır başları artarken zaman giderek daralıyor...

Öncelik, Tirreno'yu karıştıran, Froome'un mavi mayo hayallerinin suya düşmesi için Nibali'nin inişlerdeki yardımcılığını yapan ve gerilla stili sürüşüyle, Cavendish'in ağzında kekremsi bir tat bırakarak, etap zaferlerini kapan, Peter "Tourminator" Sagan'ın. Okuduğunuz satırların yazıldığı Mart 2013 tarihini kapsayan şu günlerde, bu Sloven dalyanı, Cavendish gibi bir efsanenin, Britanyalılar'ın el birliğiyle sporun tepesine çıkardığı Wiggins'in, üç büyük turu kazanmış çok az sayıdaki bisikletçilerden Contador'un, zaferleri ve tecrübeleri bu köhne yazıya sığdırılamayacak Cancellara, Boonen, Gilbert, Evans, Hushovd, Greipel gibi isimlerin bulunduğu   pelotonun merkezi konumunda ve bisikletle ilgilenmeyen o büyük kalabalığın da ismini bildiğin bir süperstar olma yolunda hızla ilerliyor. 2013 Tirreno-Adriatico'nun en zor etabını kümedeki en önemli tırmanışçı  ve en hırslı genel klasmancıyla beraber kaçışla bitirdi ve bahsettiğim bu iki isme de son düzlükte rahat rahat tozunu yutturdu ve bunları yaparken Sloven hükümetince henüz yirmi iki yaşında olduğu iddia ediliyor. Genç adam gözlerimize inanmamızı zorlaştırmaya devam ediyor.

Gündemin ikinci sırasına insiyatif kullanarak Richie Porte'yi koyuyorum. Yükselişe geçen ikinci adamların hikayeleri her zaman ilginç olmuştur, Porte'nin Paris-Nice performansını benim adıma, özellikle, ilginç yapan da bu. Çok önemli rakiplerle mücadele etmediğini söylemek abartılı sayılmayacaktır ama Paris-Nice gibi üst düzey bir bisiklet yarışını geçtim, herhangi bir seviyede bir bisiklet yarışı kazanmanın fiziksel, mental ve psikolojik olarak nasıl zorluklarla dolu olduğunu tahayyül etmek bile güç. Porte böyle önemli bir yarış boyunca performansını çok verimli kullandı ve en doğru anda öne çıkıp zamana karşıyla gelen kapanışta da sahip olduğu gücü göstererek Sky'a sezonun ilk önemli zaferini getirdi. Şimdilik zafer listesinde çok fazla şey olmasa da geleceğin kendisi için ne getireceğini kim bilir?

Tirreno-Adriatico'nun son gününden önce yarışın en zor etabının başlayacağı günün sabahı, aklımda yarışla ilgili tek soru vardı: Acaba Froome etabı kazanacak mı, yoksa şöyle heyecanlı bir kaçışa izin verip günümüzü en azından biraz şenlendirecek mi? Asfalt yolların köpek balığı Vincenzo Nibali, etabı kazanma konusunda eski takımdaşı Sagan'a takılsa da altın sezonunun peşindeki Froome'un mavi mayo ümitlerini, muhteşem bir atakla çöpe attı. Geçen sezonki Tour'da Nibali ne zaman kaçsa arkasında bitiveren Britanyalı'nın ne yazık ki kendisi gibi köpek balığı sever bir domestiği yoktu. Geçen sezonki formuyla birinci adam olmamanın cezasını çeken Froomey, umarım bu sezon da kendisi gibi bir ikinci adamın eksikliğini hissetmez. Çünkü bu sezon, hele ki Tour'un yüzüncü edisyonunda, kana susamış köpek balığı sayısının tek bir taneyle sınırlı kalmayacağını kendisi de gayet iyi biliyor.

Geçen sezon Wiggins projesi yüzünden kariyerinin altın fırsatlarından bazılarını kaçıran sadece Chris Froome değildi. Pelotonun başarı listesi en kabarık yıldızı, kazanmaya programlı bir makine gibi yaşayan Mark Cavendish, sönük bir sezon geçirmese de 2012'den beklediklerini alamamış olacak ki yönünü başka bir takıma çevirdi. Ama 2013'ün başının da istediği gibi geçtiğini şimdilik söylemek zor. Manxman'in favori kelimelerinin beklemek veya ikincilik olmadığı hepimizin malumu ama Tirreno'da gördüklerimiz treninin üst seviyede istediği şekilde çalışması için sabırsızlıkla dolu bu efsanenin ya şartlara uyum sağlaması ya da kazanma hırsını biraz dizginlemesi gerekiyor. Önümüzde -aslında yarın- efsanevi Milan-Sanremo var, OPQS treni bu ayrıcalıklı yolcunun gönlünü almak istiyorsa ellerinde daha iyi bir fırsat olamazdı.

2013 UCI WorldTour'un başlangıcı Milan'dan Sanremo'ya yapılan zorlu bir yolculukla sona ermeden önce  pelotonun en çok dikkat çeken isimlerinin durumları böyle. Sezonun en uzun yarışı yeni kahramanlar mı getirecek yoksa devam eden hikayeye yeni düğümler mi atacak, bunu öğrenmemizeyse saatler kaldı.

Lugat-ı Velespit


Bisikletin ana dillerinden biri Fransızca; dolayısıyla sporun terminolojisinde de pek çok Fransızca sözcük ve tabir yer alıyor. Yayınlardaki bilgi grafiklerinde İngilizce'den çok Fransızca'ya rastlarız. Anlatımlarda da bir o kadar Fransızca tabir, terim kullanılır. Eurosport yayınlarında oldukça açıklayıcı bir anlatım oluyor ama bazen etabın heyecanı, gündemin yoğunluğu, yayın süresinin kısalığı, etap sonunun yakın olması gibi durumlarda ekstra dipnot düşecek vakit kalmadığı da oluyor. Ya da sadece denk gelmiyorsunuz. Ama özellikle bisikleti yeni yeni izlemeye başlayan sporseverler bazen terminolojiyi takip etmekte güçlük çekebilir. Biz de blogu açmaktaki sebeplerimizden biri olan bisiklete dair Türkçe içerik oluşturma isteğimizle paralel olarak şöyle naçizane bir liste hazırladık. Sıkça kullanılan terimleri kısaca açıklamaya çalıştık. Eksik varsa, "peki şu ne demek?" derseniz, yorumlarda görmek isteriz.

All-rounder: Özellikle tırmanış ve zamana karşı alanlarında üst düzey bisikletçilerdir all-rounder’lar. Hem tırmanışta hem TT’deki yetenekleri bu tip sporcuları genel klasmana oynayan isimler yapar. Genelde bulundukları takımda takım lideri durumundadırlar ve hem etap yarışlarında hem de tek günlük klasiklerde ön plana çıkmaları beklenir.

Arrière du peloton: Fransızların yayınladığı yarışlarda sıklıkla gördüğümüz ibarelerden biri; pelotonun arkası anlamındadır.

Arrivée: Bitiş noktası

Baroudeur: Yarış içerisinde atak yapan, sürekli mücadele eden savaşçı karakterli bisikletçilere verilen isimdir. Müthiş bir yeteneğe sahip olmasalar da savaşçı yapılarıyla üst düzey rekabette bulunan, yılmayan tarzı ifade etmekte kullanılır.

Hors catégorie: Tırmanışların kategorilendirmesinde pek çok faktör dikkate alınır; uzunluktan yüksekliğe kadar. Hors catégorie, yani kategori dışı anlamındaki tırmanışlar ise en sert tırmanışlardır. 1930lar’ın başında kategori getirilmeye başlandığında hors catégorie ilk olarak araçların geçemediği dağ yollarını ifade etmekte kullanılıyordu.

Bidon: Suluk, su matarası.

Bidon collé: İngilizce’de “sticky bidon” olarak ifade edilen bu hadise, bisikletçinin takım aracından su alırken bir süre araçtaki görevlinin elindeki suluğa tutunarak aracın hızından istifade etmesidir. Esnek yasaklar kapsamındadır ama suyunun çıkması da istenmez.

Cima Coppi: Giro’da en yüksek zirveye ilk varan kişiye verilen ödülün adı.

Col: (Passo) Fransızca’da dağ geçidi.

Comissaire: Yarış hakemi, jürisi.

Côte: Küçük tepe

La Doyenne: Liege-Bastogne-Liege yarışının lakabı, en eski tek günlük yarış olması sebebiyle “old lady”, “yaşlı bayan” yakıştırması yapılır.

Klasik: Çok uzun yıllar boyunca sürekli olarak koşulan, prestijli tek günlük yarışlara verilen isim.

Kadans: Bisikletçinin dakikada çevirdiği pedal miktarı, daha doğru bir ifadeyle aynakolun dakikada tamamladığı tur sayısıdır. Bazı bisikletçiler düşük viteste yüksek kadansta gitmeyi tercih ederken bir kısmı da yüksek vites, düşük kadans tercih eder.

Criterium: Görece kısa mesafeli bir parkurun turlar şeklinde koşulmasıdır.

Echelon: Sert ve çok rüzgarda, pelotonun hava akımından maksimum kazancı sağlamak için girdiği diagonal düzene verilen isimdir.

Poursuivant: Takip grubu.

Rouler: Düz etaplarda yüksek tempolu ve hızlı sürüşü uzun süre koruyabilen bisikletçilere verilen isimdir. Özellikle kısa tırmanışlı ama düz profilli etaplarda önemli kaçışlar yapabilecek potansiyelde bisikletçilerdir rouler’ler.

Domestique: Takım liderini korumak, destek vermek, sulukları takıma taşımak gibi çeşitli “hizmetler”de bulunan bisikletçilere verilen isimdir.

Gruppetto: Tırmanış etaplarında genelde sprinterlerin ve bitkin düşen domestiklerden oluşan ve tura devam edebilmek için etabı zaman limiti dahilinde bitirmek adına çok arkalardan gelen gruptur.

Ravitaillement: Beslenme bölgesi. Bisikletçilere beslenme çantaları dağıtılır.

Départ fictif: Etabın ya da yarışın sembolik startı.

Départ réel: Etabın ya da yarışın gerçek startı.

Directeur sportif: Takım menejeri.

Echapée: Kaçış grubu, pelotonun önüne etabın çeşitli bölümlerinde atak yapıp yarışı en önden götürmeye çalışanlar.

Flamme rouge: Fransızca’da, son bir kilometreyi temsil eden, kırmızı flama.

Ultimo kilometro: İtalyanca’da son bir kilometre.

Grand tour: Büyük Turlar; Giro d’Italia, Tour de France ve Vuelta a España

Groupe de téte: Yarışta en öndeki lider grup.

Intermediate sprint: Özellikle düz etapları aktif tutmak, hareketlilik katmak için koyulan ve puan bonusu olan ara sprint kapıları.

Puncheur: Etapların çeşitli bölümlerinde sürekli olarak ve art arda atak yapan, yapabilen bisikletçilere verilen isimdir.

Lanterne Rouge: Tour de France’ın genel klasman sonuncusuna verilen lakaptır. Sonuncu olduğuna bakmayın, TdF kayıtlarına adını yazdırmak isteyenlerden talibi çok çıkar.

Maglia rosa: Giro’nun genel klasman liderinin giydiği mayo; pembe mayo.

Maillot jaune: Tour de France genel klasman liderinin giydiği mayo; sarı mayo.

Maillot vert: Yeşil mayo. Puan mayosu, sprint kapılarından toplanan puan sıralaması liderine verilir.

Maillot à pois: Polka dot mayo, benekli mayo. Tırmanış kapılarından toplanan puan sıralamasındaki lidere verilir.

Maillot blanco: Özellikle Fransa Turu'nda 26 yaş altı sporcularda genel klasmanda en üstte olana verilen mayodur.

Monument: Takvimin en prestijli beş tek günlük klasiğine verilen isimdir. Milan-San Remo, Ronde, Paris-Roubaix, Liege-Bastogne-Liege ve Lombardia.

Mur: “Duvar” diye tabir edilen, inanılmaz yüksek eğimli tırmanışlar.

Musette: Beslenme bölgesinde bisikletçilere verilen bezden beslenme çantası.

Patron: Pelotona otoritesini koyan, sözü geçen kişi, “boss”.

Pavé: Kaldırım taşlı yol.

Poggio: Milan-San Remo yarışının finish bölümündeki küçük ama can alıcı tepenin adı.

Ronde: Dairesel parkur, tur.

Soigneur: Takımlarda bisikletçilerin “asistanları”. Lojistikten beslenme çantalarının hazırlanması ve yarış içerisinde bisikletçilere ulaştırılmasına kadar pek çok sorumluluğu olan görevliler.

Tête de la course: Yarışın lideri.


Tirreno-Adriatico'da üçüncü, Paris-Nice'te beşinci etabın geride kaldığı karmakarışık bir bisiklet günü oldu bugün. Bir tarafta tırmanış finali, öbür tarafta daha dün herkesin izlemek için parmaklarını büktüğü sprint bitişi yaşandı. Her iki taraf için de ortak olan bol heyecan, birçok atak veya atak denemesi ve neredeyse son ana kadar devam eden belirsizlikti. Rüşdünü ispat etmek için hala her şeyiyle çabalayan tecrübeli bir yürekle omuzlarındaki sarı rengin ağırlığını kaldırabileceğini göstermeye kararlı bir gencin ateşini, en iyi olarak kalmak isteyenle en iyiyi yerinden etmeye kararlı olanın mücadelesini ve en doğru ana kadar bekleyen sabrın ve aklın zaferini, aynı saatler içinde, art arda izledik. Bisiklete yakışır bir gün geçirdik kısaca, şanslıydık.

Bu pek lezzetli, dolu ve her nasılsa dengeli menünün açılışını, yaşlı kurt Jens Voigt'un kaçışı yaptı. Kısa süredir takip ettiğim bisiklet sporundaki en sempatik, ahlaklı ve sportmen karakterlerden biri, belki de birincisi. Son altı kilometreye girilmeden evvel yakalandığında, herkes biliyordu ki Voigt, kazanmak için gücünün son damlasına kadar vermişti. Yaşı ve karakteri düşünüldüğünde de kendisi için en önemlisi buydu. Bisiklette domestik, kaçışçı veya "rouleur" tanımlarının en ideal cevabı olacak nitelikte bir sporcu ve daha da önemlisi, doping çalkantılarıyla sallanan sporun son döneminde, adı hiçbir kötü olayla anılmayan bir profesyonel ve sportmen. Şu yaşında bile "bacaklarını susturmak" için verdiği mücadeleyi izlemek çok büyük keyif. Yine de insan izlerken, takımdaşı "Bezgin Bekir" Andy Schleck'le yaşları değişseler neler olurdu diye sormadan edemiyor.

Voigt yakalandıktan sonraki yaklaşık yedi kilometre, geçen sene kazananın sarı bir şeyler giydiği neredeyse tüm etaplı yarışları ve özellikle Tour'u izleme keyfini hiç eden, kara Sky donanmasının hakimiyetinde geçer diye düşünüyordum, ama şükürler olsun, bu sefer öyle olmadı. Önce başka başka isimlerden gelen küçük ve orta ölçekli kaçışlar, sonra da geçen seneden beri hasret kaldığımız bir an sayesinde yarışın kaderi  tamamen değişti.


Yarıştan evvel, bugün zaman kazanmak istediğini söyleyen, sarı mayonun sahibi Talansky, tırmanışın orta kısımlarına doğru Richie Porte'nin son domestiğini silkeledikten sonra, bitirici darbeyi vurmak istedi. İlk hamleyi çok başarılı biçimde uygulasa da ikincisinde Porte'nin dayanıklılığını hesap etmemişti. Kimsenin Richie Porte'den gelen o patlayıcı atağı beklediğini de sanmıyorum ama geçen senenin emektar domestiği, Tour Armadası'nın iki numaralı koruyucusu, bacaklarında korumak için olduğu kadar kazanmak için de güç olduğunu ispatladı. Tam atağa çıktığı sırada, etap ve belki de genel klasman iddiası için uzayıp gitmiş olan Menchov'u saniyeler içinde yakalayıp sonra da kadrajdan çıkarması, tırmanış bitişine yaraşır bir kazananın çizgiye doğru geldiğini gösteriyordu. Neredeyse en doğru anda, en doğru eforla nakavt eden yumruğu vurması da Sky'ın sürücülerinin performansını yükseltmekten fazlasını yaptığını söylüyor gibiydi. Avcıyken av olan genç Talansky'nin enerjisi ve cesareti harikaydı ama yaptıklarını daha iyi tartması veya Garmin-Sharp'ın ona bu son anlarda yanında duracak sağlam bir teğmen bulması şart.

Fransa'da sarı mayo, uzun süre sonra ilk kez atağa çıkarken, İtalya'da mavi mayonun dün asılan yüzünün gülüp gülmeyeceği merak ediliyordu. Dünkü gibi son tur çanıyla girilen etabın son dönemecine kadar peloton (yine dünkü gibi) Toscanalı Doğasever Yaşlı Teyzeler Kulübü'nü andırıyordu. Paris-Nice'deki tırmanış geriliminden fırsat bulup döndükçe gördüklerim, tepelerinden saçılarak yağan yağmura küfredercesine pedal çeviren  bir sürü sıkkın surat ve önlerinde 2013 Tirreno-Adriatico resmi kaçışçısı unvanını elde etmesine ramak kalan Benedetti ve diğer umutsuzlar tayfasının nafile çabalarıydı.

                                         

Bitişe doğru, Sergey Lagutin'in inişli bölümle beraber yaptığı kaçış, ortamdaki gerilimi biraz artırsa da yaklaşık 500 metre kala, insan beynine susamış zombiler gibi ufak tırmanışı geçen peloton, Özbek bisikletçiyi yutarak iki gündür beklenen sprint finişini getirdi. Bu kez keskin dönüşlerle ortaya çıkmış bir keşmekeş de yoktu. Son 300 metrede Goss, Greipel, Cavendish ve Sagan çizgiye doğru, omuz omuza, son hız pedal çeviriyordu. Cannondale'in çok iyi kollayıp son sekiz kilometreye ıslak yollarda tek tabanca bıraktığı Sagan, yine çok iyi saklandı, çok iyi yer tuttu ve tam zamanında sprinti basıp Cavendish'in 2013 Tirreno-Adriatico'yu elleri boş bitirmesi ihtimalini biraz daha yükseltti. Yeteneğine övgü yetmeyecek genç adam, Manxman'in hakimiyetiyle geçen seneler içinde, geri planda kalmaya alışmış Greipel ve Goss'un aksine istisnasız herkese gerçek bir rekabet vaat ediyor. Hem de trene falan gerek duymadan....

Yarından itibaren Tirreno-Adriatico, sprintçilerin tekelinden çıkıp kaçışçı ve tırmanışçıların hakimiyetine girecek. Benim için en büyük merak konusu, bu sezona dair iyi işaretler veren Froome'un ve üst üste ikinci kez mavi mayoyu almaya geldiğini söyleyen Nibali'nin performansı olacak. Fransa semalarında da bugün gördüğümüz tırmanıştan çok daha acımasız bir parkur göze çarpıyor. İkinci adamlıktan liderliğe, gergin ama başarılı bir geçiş yapıyor gibi gözüken Porte, pazar günkü zamana karşı etabında yazı tura atmak istemiyorsa Talansky'yle farkı açmalı. Görünen o ki, heyecan arttı ama daha bitmedi.


2013 bisiklet sezonu içinde dramaya bundan daha müsait kaç etap, kaç gün daha yaşayabiliriz, inanın bilmiyorum. Yayını izlemek için ekranın başına geçebildiğimde peloton etabın ortasına gelmiş, iki düşük seviye tırmanışı arkasına atmıştı. Bitişe yetmiş kilometre kala ileride Euskaltel-Euskadi'den Bravo'yla birlikte Continental'in umut vaat eden takımı Netapp-Endura'dan Benedetti ve takımının ülkesinde sürpriz kovalayan Hulsmans umutsuzca kaçmaya çalışıyordu. Fakat en önemlisi, inanılmaz bir nemin eşlik ettiği çiğ damlaları gibi bisikletçilerin kasklarından kamera lenslerine, yol asfaltından Caner Eler'in akıcı anlatımına kadar yarışın her yerine yapışmış bir yağmur vardı. Sezon boyu birbirini yiyecek sprintçiler Greipel, Sagan ve Cavendish'in ilk düellosu heyecan açısından Toscana kıyılarını kesmemiş olacaktı ki bir de bu hava menüye eklenmişti.

Kilometre sayacı altmışı gösterdiğinde Hulsmans, yarışın sonu için önünde duran on iki kilometre uzunluğundaki beş turluk dümdüz parkurun kendisi için pek bir avantaj olmayacağını öngörmüş olacak ki bir atak daha yapıp süre kazanmaya çalıştı, Benedetti'nin eşlik ettiği bu son hamle ancak otuz kilometre daha pelotondan kaçmalarını sağlayabildi. Otuz kilometre ve parkurun bitimine aşağı yukarı iki buçuk tur kala sprint liderlerinin tempo istediği peloton ikiliyi yakalayıp işi tamamen takım trenlerinin ve liderlerin maharetine bıraktı.


Son otuzdan önceki bitişin diğer yarısıyla alakalı ilginç denebilecek birkaç not var. İlki, pelotonun üstündeki ölü toprağı. Sezon başı olmasıyla, yağmurlu ve boğucu hava şartlarıyla alakalı olduğu söylenebilir. Ama dümdüz parkurda bir ara o kadar tembel gözüktüler ki takımına mı, pelotona mı yoksa her ikisine birden mesaj amaçlı mı bilinmez, Mark Cavendish öne çıkıp tek başına tempo yükseltti. İkincisi, Strade Bianchi'den sonra burada da bas bas bağıran Cancellara'nın büyük yalnızlığı. Spartaküs, Siena'da tek başına birincilik kovalarken Sagan'ın gücü ve Moser'in dayanıklılığı karşısında yalnız kaldığında isyankar ruhunu dizginlemek zorunda kalmıştı. Bugün de koca kümenin içinde çok yalnız ve umursamaz gözüktü. Son olarak, pelotonun tembel çocuğu Andy Schleck'in yine yarışla çok ilgili gözükmeyen bıkkın hali gözüme takıldı. Ne olacak bu çocuk adamın hali bilinmez...


Son otuzdan itibaren ufak ufak tempo yükseldi, yirmi kilometre kala Blanco'nun gençlerinden Vanmarcke'nin kaçış denmesi doğru olmayacak sönük atağı yakalandı ve son tura kadar yarışın başından beri herkesin kafasının üstünde bekleyen kaza tedirginliğiyle, Toscanalı yaşlı teyzelerin bisikletle doğa turu hızındaki gidişat devam etti. Fakat son tur çanıyla beraber herkes işin eninde sonunda sprintle biteceğini hatırlamış olacak ki tren oluşturma çalışmaları başladı. Özellikle, geçen sezon Sagan'ı taşıma konusunda çok savruk gözüken Cannondale'in yer kapma konusundaki başarısı ve Ag2r'nin Belletti'ye bitişe doğru çok iyi ve zamanında destek vermesi dikkat çekiciydi. Ama kazananı belirleyen bu başarılı hamleler de olmadı.

Anlatımı boyunca Caner Eler'in dikkat çektiği son kilometre içindeki üst üste bir sağa bir sola iki dönüş yarışın ön kısmında organizasyon namına ne varsa tarumar etti ve yarış boyu birbirlerini tartan güreşçiler misali  er meydanında dönüp duran liderler, belki de en beklemedikleri anda, baş başa kaldılar. Bundan en büyük avantajı çıkaran, kaçak yolcular ve küçük trenler oldu, nitekim Belleti ve Matthew Goss en kritik anda en güçlü hamleyi yaptı ve kazanan son nefeste yaptığı hamleyle Avustralyalı oldu. Son anda yaptığı o hamle sırasındaki vücut dili ve uzun zaman sonra kazanmanın verdiği rahatlamayla coşku arasında gidip gelen sevinci, görülmeye değerdi.

                                   

Sprintin en büyük üç isminin birbirini kıracağı bir bitiş beklerken yağmurla beraber gelen bu tam manasıyla kaotik son, bütün gün ekrandan yayılan o buğulu manzaraya çok yakıştı. Ama Manxman'in drama değil liderlik peşinde olduğunu dünya alem biliyor. Tirreno-Adriatico'nun bu etabı, kazananıyla değil ama OPQS liderinin ve takımının bu mağlubiyete verdiği tepkiyle hatırlanabilir.

Blogroll

Katkıda bulunanlar

About