Eski Toprak Anlatıyor: Jens Voıgt Velovoıces Röportajı 1. Kısım

Bisiklet hakkında ana akım medya organlarının dışındaki mecraları takip edenler ya bilirler ya duymuşlardır: Velovoices.com sporun hayranlarının spor hakkında İngilizce görüş, analiz ve röportaj yayınladıkları önemli sayıda takipçi sahibi bir site. Şimdiye kadar potansiyelimizi yeterince ortaya koyamasak da görüş ve analiz konusunda kendi işimizi kendimiz halledecek kadar mevzunun takipçisiyiz ancak iş röportaj olunca, takdir edersiniz ki, internetin bir köşesindeki bu blog'un çok da bir kuvveti yok. Bu eksiği kapatmak için de çeviri yeteneklerimizi konuşturma kararı aldık. Şu sıralar California'da pedal çeviren, pelotonun tartışmasız en sempatik yüzü Jens Voigt'la yapılmış bir sohbetten daha ideal bir başlangıç olamazdı.

Profesyonel atlet olmanın en zor yanlarından biri evinden ve ailenden uzak olmak, değil mi?

Kaza yapmak ve acı çekmek de hayli zor sayılır! Tabi, evinden uzak olmak, ailenle vakit geçirememek yaptığım en önemli fedakarlıklarından biri ama elimden geleni yapıyorum.Veli toplantılarına katılıyorum, okulun ilk gününde yanlarında oluyorum, okul tatillerinde beraber vakit geçirmeye çalışıyorum, her zaman mümkün olmasa da... Altı çocuğumdan beşinin doğumunda olmayı başardım. Birinde Tour de France'da yarışıyordum. Daha önemsiz bir yarış olsaydı çekilir ve hemen eve dönerdim.

Jensie bu noktada upuzun soru listeme şöyle bir bakıyor ve saniye başına ödeme yapacağımdan çek defterimin yanımda olmasının iyi olacağını söylüyor. Çabuk olmaya söz veriyorum. Elbette, bu bir yalan.

Seni pelotonun "büyüğü" olarak görüyorum, oğlun olabilecek yaştaki yarışçılara bilgece öğütler veriyorsun. Bu nasıl hissettiriyor?

Kendimi sağlıklı ve güçlü bir yarışçı olarak görüyorum ama senin dediğin gibi "pelotonun tecrübeli ismi" rolüne doğru kaymaya başladığımın farkındayım. Kısa zaman önce, Criterium International yarışında takımın en genç üyesi Bob Jungels'le oda arkadaşıydım. O 21'inde, bense 41 yaşındayım. Babası olabilecek yaştayım. Bu gerçekten komik! Diğer taraftan, tam tersi, genç meslektaşlarım benim de genç kalmamı sağlıyor. Tecrübeli olmanın bedelini kan, ter ve gözyaşıyla ödedim. Bazı durumlarda "Panik yapma, ya bunu yap ya şunu," diyorum. Sıkıcı yaşlı adamlar gibi konuşmak istemiyorum ama tecrübelerim için bedeller ödedim. Bazen "Sakin ol, kendini zorla ve harekete geç," diyorum. Yardım etmeye, küçük tüyolar vermeye çalışıyorum.

Dün, Vuelta Pais Vasco'da senden görmeye alıştığımız ataklardan biriyle pek çok orta yaşlı adamı mutlu ettin. Seni ne harekete geçirdi?

Kaçmak için doğru anın geldiğini düşündüm. Bitiş çizgisinden 25 ya da 29 kilometre uzaktaydık. Öndeki kaçak uzun süredir tek başınaydı, yorulmuştur diye düşündüm. Hiçbir takım da çalışmıyordu, yolun da dar olması sayesinde kolaylıkla ön tarafı yakalarım dedim. Takım arabasına gidip gidemeyeceğimi sordum, onlar da iyi hissediyorsan git dediler. Adriano Malori'yle beraber kaçmaya başladık ve kısa süre sonra bir dakikalık avantaj elde ettik. Asla nasıl sonuçlanacağını bilemezsiniz. Arka taraf kolay organize olamayabilir, bir süre daha tereddüt edebilir. Sonra bir dakika daha kazanırsınız, yarım dakika daha derken bir bakmışsınız ki bitmiş. Kazanmak için küçük bir şansım olduğunu biliyordum, bekleseydim hiç olmayacaktı.

Katılıyorum ve, elbette, izleyiciler de agresif yarışçıları daha çok seviyor. Yarışçıların kaybedeceklerinden şüphelendikleri bir başkasını engellemek için uyguladığı olumsuz taktiklerden daha kötüsü yok.

Eğer biraz olsun gücüm varsa, onu mücadele etmek için kullanmayı tercih ederim. Kendinize inanmanız ve güvenmeniz gerek. Küçücük bir şansım olsa bile iyi bir yarışçı olduğumu düşünüp kazanmak için elimden geleni yapıyorum. Şans denen şeyi arkadan hızlıca tekmelemelisiniz ki sizin yanınızda olsun. Kendi şansınızı yaratmalısınız.

Bu yıl daha önce Tour du Haut Var sonrasında buluştuğumuzda en sevdiğin yarışın sonuna geldiğini söylemiştin. Ben o zaman her günü ayrı ayrı değerlendirdiğin izlenimine kapıldım.

Aynen öyle. Hala tek parçayım. Belki de bu bir bisikletçi için sıra dışı bir durum. Hayatım buna bağlı olsa da Nice dışında bu yıl yapılacak yarışların bittiği şehirlerden birini söyleyemem. Nice'te yarışı bitirince bisikletimden iniyorum, koçumla görüşüyorum, duş alıp üstümü değiştirdikten sonra  yemek yeyip kitap ya da balıkçılık dergilerimden birini okuyorum.

Balıkçılık mı?

Gevşememi sağlıyor. Bazen sadece öylesine balık tutmaya gidiyorum. Güneşin sudan yaptığı yansımayı seyrederek huzurlu hissetmeyi seviyorum. Yanıma çocukları da almışsam, onlara biraz daha hareket gerektiğinden bir şeyler yakalamamız gerekiyor, yoksa sıkılıyorlar. Balık tutmayı seviyorum.

Uzun ve başarılı bir kariyerin var. Bana en çok gurur duyduğun başarının 2001'de Tour de France kazandığın etap galibiyetin olduğunu söylemiştin. Kariyerinde henüz ulaşamadığın hedeflerin de var mı?

Yani, tabi ki, evet. Hala kazanmak istediğim birçok yarış, başarmak istediğim pek çok şey var. Yine de yarışçı olarak sahip olduğum kapasiteden ve gerçeklikten bağımsız olarak, Alpe d'Huez tırmanışını tek başıma yaptığım bir kaçışla kazanmayı ve bitişe geldiğimde mayomu düzeltecek kadar vaktimin olmasını isterdim.

Orada adının verildiği bir köşe olduğunu unutmadın değil mi?

Oğlum, bir gün orada yarışırsa o köşeyi görüp "İşte babamın köşesi diyebilecek." Bunu hayal ediyorum....

Hangi çocukların bisikletle uğraşıyor?

Sadece on üç yaşındaki oğlum. Birkaç aydır biniyor ama ilk zaferini kazandı bile. Dağ bisikletinde bir cyclo-cross yarışında birinci oldu. O an sadece ikimiz vardık. Gerçekten harika, çok özel bir andı.

Peloton yakında başka bir Voigt'u ağırlayabilir yani?

Kim bilir? Mümkün. Şu an sadece eğlence için bisiklet yapıyoruz. Gün gelecek benim kadar iyi olacak ve bir gün beni de geçecek. Doğanın kanunu bu.

Arkası yarın...

Hiç yorum yok

Leave a Reply

Blogroll

Katkıda bulunanlar

About